Bu sayfada yer alan tüm yazı, resim ve buna benzer içeriğin tüm hakları Barbaros Sansal'a aittir. Izinsiz kopyalanması ve kullanılması yasaktır.

26 Kasım 2010 Cuma

Şerefine Atam; zehirli boyalı şerefiyenin ya da şerefsizlerin kenefine dökmek üzere keyfimizin hülasasını umarım her bayram !

Yıl 1918, Anafartalar kahramanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk,
Çekoslvakya’nın tarihi yeri Karlovy Vary’e varır..
Devrin en ünlü devlet adamlarından filozoflarına, sanatçılarından ajanlarına ve dünyanın çeşitli milyarderlerine kucak açmış bu doğa harikası termal ve içmeleri ile ünlü beldenin en önemli oteli Pupp Hotel’e ulaşır.
Yanında yolculuk için ihtiyaç duyacağı iki adet sandık vardır,
Birinde kitapları , diğerinde ise şık kostümleri..
Ne yazık ki yer yokdur. Kimbilir belki de ulu önder Atatürk’ü tanımamışlardır. Derhal yanındaki mihmandarına müdahele eder ve kim olduğunu asla açıklatmaz..Hemen karşısındaki Palace otele yerleşir. Her akşam, Maissen porselen ve siversmith gümüş servisi ile ünlü leziz yemeklerini Pupp otelin aynalı restoranınında yemeye başlar..

Bir kaç gün sonra bir gece Ata, Alman bir kıdemli askerin dikkatini çeker.
Generale, gazinin Türk komutan olduğu bilgisi verilir .
Masaya gelen general kendini tanıtır ve sorar : ‘’ Biz Almanlarda 60-70 yaşından önce bu makama ulaşılmaz .Siz Türk’lerde, nasıl oluyorda 37 yaşında bu mertebeyi oluşturabiliyorsunuz?.. Merak edenler bu münazaranın anektodunu araştırarak zeki bir manevra ile Gazi’nin generale ne cevap verdiğini bulabilirler elbet.. Birazdan aynı mekanın diğer yaşanmışını size aktardığımda inanın bazılarana olmayacak pek şerbet..

O tarihlerde Halife Padişah Vahdeddin ise Berlin’de dir...
I. Dünya savaşının rüzgarları daha dinmeden 2. nin meltemleri belli ki hissedilmekdedir....Yerin 2000 metre altından gelen demir oksit bakımından en zengin kabulen akarsu ise restoranın geniş camlarının önünden akıp gitmeye devam eder .Hemen köşeden, redöşose lokanta ile aynı seviyede kalan, Silindir şapkalı ve pelerinli sürücülerin kullandığı zarif ve şık Faytonlardaki aristokrat suratlar, camlardan içerisini meraklı bakışlar ile süzerek adeta at nalı seslerini tırıs tırıs makamına döndürmekdedir... Sablaj ,kristal Bohem avizelerin sessiz aydınlığına Moser kristal kadeh çınlamaları eşlik ederken, kuartet ortkestra, konukların arzularına uygun ahengli melodilere akan suyun debisine denk bir aşkla devam etmekdedir. Beyaz eldivenli servis mekanın adeta pandomimsel bir sanatının işaret dili olarak kullanıldığını göz kırparak sergiler...


Yıl 2010 ,
Aradan nerede ise 100 yıl geçmiştir..Çekoslavakya artık Prag Baharı’nın kanlı tank paletlerinin, Sürgün yıllarını Ankara’da geçiren Kurşenko’nun, hatta KGB nin ve Varşova Paktı’nın korku dolu olduğu yılları geride bırakmış, Slovenya’dan ayrılmış ve Çek Cumhuriyeti adını almıştır...

Bu kez, orta yaşlı bir esnaf, Türkiye Cumhuriyeti’nden bir Turizm şirketi ile yanında bir gurub yolcu ile Prag’dan Karlovy Vary’e, ÇeK bir otobüsle ama yarı Çek yarı Türk bir rehberl eşliğinde yol almaktadır..

Yakşalış 2 saatlik sürecin yarısı otoyol ve gerisi hala bakış açısı bol bir yol olarak geçecekdir.. Rehberin; monoton ancak gereksiz anlatısı cızırtılı mikrofondan başlar .. Civarlar göz alabildiğine hafif engebeli arazidir.Yeryer yıkık dökük birkaç eski endüstri ve tarım artığı bina dışında pek bir yapı göze batmaz..Genç rehber birkaç küçük öksürük uyarısı ile anlatıya başlar ‘’Kral’ın oğlu olmadığı için nasıl Lüksembourg Hanedanının damızlık yapıldığı ve Kral Karl (IV: Charles) ‘ın nasıl yaratıldığını , daha sonra Nasıl Vatikan ile Psikopos yada Piskopos (!) andlaşması yapıldığını,Çeklerin nasıl birayı bulup dünyaya tanıttığını, skoda araçlarını, Türk ordusnun silahlarının tedarikçisi olduklarını, Karaliçe Elisabeth in Kılıç zoruyla 300 yıl önce kiliseleri nasıl kapatıp yerine okuma yazma kursları açtığını, Çek halkının %99.8 ile Avrupa şampiyonu olduğunu ve hala Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konuda 250 yıl geride olduğunu söyler....
Kanım donar,
Veledi zina kılıklı bir çakma rehber, onun parasını ödeyenlere hatta babasına bile hakaret etmişdir...Bu ne hadsizlikdir?
Daha sonra anlatmaya devam ettiği kimin kaç litre bira içtiği, şerbetçi otu etiği, Efes Pilsenin in bile patentini buradan sağladığı ,hatta Saadettin Saran’ın satın aldığı devlet hava yolları bilgileri gibi laflar bile bir kulağımızdan girerken diğerinden çıkar gider ...

Carlovy Vary ağaçlı tepeler arasından görünür..James Bond filminin çekildiği gazinonun önünde, başı öne eğik moralsiz ve sessiz grup otobüsünden iner. Ve duvara asılı Sigmond Freud levhasının yanındaki M. Kemal ATATURK . (Türkiye Cumhuriyeti Kurucus) 1918 levhasında karşılanır.. Moralller yerine gelir..

Nasılsa, o an, orta yaşlı yolcuya, Pupp Hotelin redöşose camlarından sanki biri bakar gibi gelir. Gurubun öğlen yemeği davetinden vaz geçerek , kendi kurumsalının Ata’sını yani oratğı ve ustasını alarak hemen o yöne yol alır...
Tarihi Lobby aslında misafirlerini tütün odası ile karşılar , Oradan ana salona geçildiğinde Baroc ve Rococo karışımı ihtişamlı salondaki Marocain Bergere koltuklarda artık yaşlı alman turistler ve bir kaç rus fahişe dışında konuk göze batmaz .. Mevsim kışdır ve Carlvy Vary de zaman ölüdür..Anasalonu süzüp birkaç foto aldıkdan sonra iki yabancı yolcu aynalı restorana ulaşırlar.. Nazik bir karşılamadan ardından zaten o öğleden sonra 3 masanın konuk ağırladığı restoranda yer seçeneği kendilerine bırakılır... Onlarda biraz önce dışarıdan gördükleri salonun hemen hemen en startejik masası olan büyük aynanın yanındaki büyük camın önündeki ufak masaya doğru adımlarını atmaya başlarlar ..
Beyaz eldivenli garson siparişi alır..
Salonun sessiz ve zamanı donmuş atmosferinde yemeğe başlamak üzere içki dolu kadehlerini kaldıran iki adam tam kadehlerini tokuşturacakken 3. bir kadehin varlığı ile irkilip göz göze gelirler... Evet o oradadır.. Sükutun ağırlığı altında bir sessizlik adeta tüm salonu sarmışdır. Köşeden geçen atlı arabalar bile sanki ağır çekime düşmüşcesine herşey yavaşlamış zaman durmaya başlamışdır...

Orta yaşlı adamın eli titremekde gözlerinin pınarlarında ğaırlaşan yaşlar damlamamak üzere direnmekdedir.. Ustasının yanağından süzülen tek damlayı görünce daha fazla kendini tutamaz ve dudaklarına tuzlu gözyaşları deymeye başler...
Şefkatli bir görünmez el yanağından gözyaşlarını tüy değmişçesine bir dokunuşla ve İzmir imbatı serinliği ile alır .. Ve kulağına duyulmaz bir ses bazı sözler fısıldar... Birkaç saat yavaşlayan zaman inat su gibi akıp geçer.. Dönme vakti gelmişdir.. İki dost yolcu, duyduklarını kimseye anlatmayacaklarına dair söz verirler.. İki kap yemek bir salata birkaç kadehden sonra masadaki , bu günlere ve bu günki düzene yabancı ama çok eski O dost ile vedalaşarak ayrılırlar salondan.. Akarsuyun köşesinden devam ederken caddeye, son bir kez döner bakar orta yaşlı yolcu, Camın gerisinde o vakur mavi bakışlar ve biraz sigara dumanı kalmışdır. Bembeyaz yaka hala dimdik kolalı ama eller hala şefkat sklı olsada mağrurca sallanmakdadır...
O gün orada, Yalova termalinin yapılışındaki köşk için bir ağacı kesmek yerine koca köşkü kaydırmak değildir anlatılan . Çünkü köşk artık emperyalizm çanlarını çalmakdadır Çankaya kulelerinden..

Bayramlık ağzımla bitireyim bari ki lazımlık gerekmesin adam olana;
Cami şerefelerinden ezan yerine vaat dolu sahte evangelizmden vaaz, şerefsizlerden ise ahlak ve erdem yerine çaylak ve verem kılıklı siyonizmin sistemden başka laf gelmemekdedir artık ...

Anlaşılan ve kayda geçen sözlerin hülasası bekler ahlaksız vatan hainlerini her zaman. Yenilen 2 kab yemek bir kaç kadeh içikinin ardından akalacak olan istedikleri an faiziyle önlerine getirilecekdir hülasa ül alalı haram ...

Açıklama :
Bu hikayedeki 2 kişi ben ve Yıldırım Mayruk değildik !
Zaten böyle şeyler gerçek olamazdı . Masal yani..
Kimse bize birşey fısıldamadı, Sarhoş masasındaydık ama yeteri kadar ahlaklı . Dolaysıyla, değildi ki kimse kutsal adaklara Zekeriya sofrası..
Hayali karekter ise hiç var olmadı bu dünyada kimse korkmasın .
Ancak onun sülietinin arkasına saklanıp kimsede insanları soymasın ,
Çünkü analarının arabezi artık ortak pazardan, valla çatlarlar ayakkabı ve çanta zengini karıları nazardan!! Hayasız evlatlarına zaten lafım yok ..

Bu arada, Türkçe bilmeyene bir açıklama var altda , 2010 usulü değil 1918 misali bir anlayışla .

Atatürk |ˌatəˈtərk|
Atatürk, Kemal (1881–1938), Turkish general and statesman; president 1923–38; born Mustafa Kemal; also called Kemal Pasha. As the first president of the Turkish republic, he abolished the caliphate and introduced other policies designed to make Turkey a modern secular state.
NOT:
Lüzumsuz şikayetler ile lütfen ifade ve yazılarımdan dolayı adalet sistemimizi daha fazla meşgul etmeye kalkmayınız .Önce kalkınınız, ya da beni izlemeden senelik izinde kaykılınız..Nasıl olsa anlamadan katırılmakda kakmalı oyamalı kandırlmakdasınız ..

3 Kasım 2010 Çarşamba

DOMATESİN ÇEKİRDEĞİ Mİ İNCİR ÇEKİRDEĞİ Mİ ?

Gerçekten incir çekirdeğini bile doldurmayacak bir konuya tahta kaşığımı daldıracağım bu hafta. Bazıları rahatsız olsa da.

Çünkü domates kırmızısı bayrağın alını solladı durum nasılsa .Çünkü, insane kirli kaşığını salçaya daldırırsa kendi kabını küf eder.Kimbilir, belki de okuyup anlayan bu kez bana küfür serer..



DOMATES SALÇA BU NE BİÇİM KALÇA ?

Nesi doğru ki şu garip eğrilerin aslında ,

Gelin bir göz atalım son günlerin malum tartışmasına :



Son birkaç yıldır, eşsiz tarım ve hayvancılık politikasızlığının eseri bir polemikle sarsıldı Türkiye.Domates geldi 15 liraya denk dayanıverdi birden bire ..Aslında bam teline basan başka bir tutumdu mesele .



Sözleşme dönemi başladığında 12-13 ay vadeli süreç bazı firmaların GÜÇLÜ müdürleri sayesinde bu hale geldi desek yalan olmaz hani .

Hadi cevap ver bakalım malum medya seni gidi seni misali !



Son iki yıldır gittikçe kaotik bir yapıya gelen süreç, zaten randıman düşüklüğü yaşayan sektöre fena daldı.Deli dana, kuş ve domuz gribine nazire eden bir de hasatalık vurunca işler harbiden karıştı ve %40 daha kayıp alışkanlık sayıldı.

10-15 kuruşa ekim yapmayı beğenmeyen köylü, kredi borcuna ilave bir de gübre batağına saplanınca ahlakını kaybederek, once karıyı boşadı, sonra beyaz eşya ve konuta yatırım yaptı hatta haciz tehlikesine karşı tarlayı da hala, teyze ya da dayı üzerine aktardı ..

Ahlak da çökünce satış kontratlarında kayıplar %40 a vardı.



Derken MONSANTO, kahpe manto misali giriverdi devreye. GAP yöresine verilen acil kredilerin akıbetine hiç girmeyelim bence .. Daha ucuza üretilen domates ilk once Marmara ve Ege deki düşük rekolte nedeni ile verimli gözükse de talep’e olan bağımlılık bir anda 40 kuruşa vurdurdu fiatı hileli eller ile …



Sözleşmesiz kilosu 10 kuruş , sözleşmeli kilosu 15 kuruş olan mal altın olmazmıydı bu ellerde?



Manipülasyon mu spekilsayon mu yoksa sonu kanalizasyon mu vardı şimdi seherde …



Bu durumda ninemizin sandığındaki yerli ırk domates tohumu kendini sandık lekesinde saklamış adeta ve hibrit kökenli kilitliler ise nam salmış topraklarımızda ..



500 yıl once Ladino’lar ile Osmanlı mutfağına giren bu imha eden gıda, bakın bu süreçde neler yapar daha mutfaklarımıza ..



Sadede gelelim . Olan oldu su akdı yerini buldu.

Sera domatesi bile rantı dumura uğratanın torunuydu…

Hemen İzmir serbest bölgede bir salça fabrikası kuruldu.

Dünyadan gerçekden ilgi gören lezzetli salçamız Çinden gelen ithal ile karıştırılıp ihracatın yolunu tutu. Böylece Türk Salçası kalitesi de eleştirinin dibini değil tavanını sordurdu!



Domatesin çekirdeği kırmızı kırmızı

Dol karabakır dol

Tencere dibin kara seninki benden ak mı a diyette kesilesi hırsız kol ?



Aşçı yamağı