Barbaros Şansal bu hafta, senarist-yazar Selim Çiprut ile konuştu. Kitap okumayı sevmeyen yazar, yakında hayatını anlattığı kitabını filme çekecek ve yeni kitabı da piyasaya çıkacak. İşte Selim Çiprut’tan iyi film ve dizi senaryosu yazmanın tüyoları…
BARBAROS ŞANSAL- barbarossansal57@hotmail.com
Selim Çiprut, 1972’de İstanbul’da doğdu. Balatlı bir Musevi ailenin oğlu. Saint Joseph’teki eğitiminden sonra işletme okudu. Çocukken polis ya da itfaiyeci olmayı hayal ederdi. Ancak amatörce yazdığı küçük hikâyeler bir yapım şirketi tarafından ilgi görünce, senaristlik teklifi aldı. Cem Davran ve Pınar Altuğ’un oynadığı ‘Deli Dolu’ adlı diziyle başladı; üzerine Faruk Aksoy ile tanışınca ‘Ayakta Kal’ ve ‘Süpürrr’ adlı komedi filmlerini yazdı. İşte Demokrasi Parkı’nda, o gün buluştuğumuzda hem yakında film olacak kitabı ‘As Maça’yı, hem son kitabı ‘Cıva’yı konuşmaya başladık…
- ‘Cıva’da ne anlattın?
Kurgusu çok değişik bir kitap, ‘As Maça’ kitabımı okuyanlar, “Aynı kişiden çıkmış olamaz” yorumunu yapıyor. ‘Cıva’, gerilim-polisiye tarzı ve zaman, devamlı değişiyor.
- ‘Cıva’, senin hayatından izler mi taşıyor?
Yok, canım… Öyle olsa seri katil diye tutuklanmam gerekirdi.
- Bu ülkede katiller dışarıda seni de o yüzden içeri atmazlar, korkma. Peki, gelelim ‘As Maça’ya; o da film oluyor. O senin hayatın mı peki?
Evet, zaten karaktere kendi ismimi verdim. Rahmetli annemi de kattım. İçinde benden çok şey var. Hikâye dört yakın arkadaşın 1983’te başlayıp 2012’ye dek uzanan dostluğunu anlatıyor. İnsanları dini inançlarına ya da tuttuğu takımlara göre ayırdığımız günümüzde kaybolan dostluklar ön plana çıksın istedim. Türkiye’de yaşıyoruz, kardeşiz ve ‘bu topraklar hepimizin’ mesajı aslında.
- Artık çok fazla ötekileştirme durumu var. Sen kendini ayrı tutmayı nasıl başarıyorsun?
Hiçbir zaman “Bunu yazarsam tepki alır mıyım?” diye düşünmedim asla bir ideoloji üzerinden de gitmedim
- İdeoloji kötü bir şey değil ki…
Ama Türkiye’de kötü anlaşılıyor.
- Apolitik mi durmak istiyorsun?
“Ne İsa’ya ne Musa’ya” diye bir laf vardır. Ben ortada tarafsız durmayı yeğliyorum ama kitapta bir ana karakterin ‘Barmitzvah Töreni’ var ki çoğu kişi bunun ne olduğunu bilmez. Yahudilikte erkekliğe geçiştir. Mesela kitapta şöyle bir anım var: Erkek okulunda okuduğum için soyunma odalarında rahatça giyinirdik ama bir arkadaşım sürekli kalçalarıma bakardı. Çok uyuz olurdum. Bir gün “Neden bakıyorsun bir şey mi var?” diye sordum, o da bana “Annem Yahudi’lerin kuyrukları olur” demişti “Ama sende yok” dedi.
- ‘Cıva’da ne anlattın?
Kurgusu çok değişik bir kitap, ‘As Maça’ kitabımı okuyanlar, “Aynı kişiden çıkmış olamaz” yorumunu yapıyor. ‘Cıva’, gerilim-polisiye tarzı ve zaman, devamlı değişiyor.
- ‘Cıva’, senin hayatından izler mi taşıyor?
Yok, canım… Öyle olsa seri katil diye tutuklanmam gerekirdi.
- Bu ülkede katiller dışarıda seni de o yüzden içeri atmazlar, korkma. Peki, gelelim ‘As Maça’ya; o da film oluyor. O senin hayatın mı peki?
Evet, zaten karaktere kendi ismimi verdim. Rahmetli annemi de kattım. İçinde benden çok şey var. Hikâye dört yakın arkadaşın 1983’te başlayıp 2012’ye dek uzanan dostluğunu anlatıyor. İnsanları dini inançlarına ya da tuttuğu takımlara göre ayırdığımız günümüzde kaybolan dostluklar ön plana çıksın istedim. Türkiye’de yaşıyoruz, kardeşiz ve ‘bu topraklar hepimizin’ mesajı aslında.
- Artık çok fazla ötekileştirme durumu var. Sen kendini ayrı tutmayı nasıl başarıyorsun?
Hiçbir zaman “Bunu yazarsam tepki alır mıyım?” diye düşünmedim asla bir ideoloji üzerinden de gitmedim
- İdeoloji kötü bir şey değil ki…
Ama Türkiye’de kötü anlaşılıyor.
- Apolitik mi durmak istiyorsun?
“Ne İsa’ya ne Musa’ya” diye bir laf vardır. Ben ortada tarafsız durmayı yeğliyorum ama kitapta bir ana karakterin ‘Barmitzvah Töreni’ var ki çoğu kişi bunun ne olduğunu bilmez. Yahudilikte erkekliğe geçiştir. Mesela kitapta şöyle bir anım var: Erkek okulunda okuduğum için soyunma odalarında rahatça giyinirdik ama bir arkadaşım sürekli kalçalarıma bakardı. Çok uyuz olurdum. Bir gün “Neden bakıyorsun bir şey mi var?” diye sordum, o da bana “Annem Yahudi’lerin kuyrukları olur” demişti “Ama sende yok” dedi.
- ‘Kürtlerin kuyrukları var’ denirdi… Hiç duymamıştım Yahudi versiyonunu. Sen ne cevap vermiştin?
“Vardı ama vahşi olmayayım diye annem küçükken kesmiş” demiştim.
Birden bana da ne hurafelerle yaklaşıldığı anılarımda canlanıyor. Ilık lodos tatlı tatlı esiyor, yeni biçilmiş çimlerin kokusu adeta nefes kesiyor. Hem parkta yürüyor, hem yediğimiz eriklerin çekirdeklerini elimizde biriktirerek söyleşiye devam ediyoruz…
- Peki film nasıl olacak; dram, komedi, belgesel?
Ben güleceğim şeyleri seviyorum ama Türkiye’de komedi diye yapılan dizilere gülemiyorum.
- İyi de sen metinlerinde “Haham başının karısı kek pişirdi” desen bunu anlar ve güler mi bu halk?
Anlamaz tabii ki ama Amerika’daki sit-comlara bak, her yapımda bir Yahudi karakter vardır. Bizde cemaatler bile ayrışmış durumda.
- Bunlar etkiliyor mu seni yazarken? Yani baskı, oto sansür, dini baskılar…
O konulara zaten pek fazla girmem ben. Üstelik Türkçe çok esnek bir dil; belki de bir kelime bile bu durumdan dolayı başka anlamlar yüklenmiş olarak okunabiliyor. Türkiye’de RTÜK denen bir kurum var ve ona göre gidilmesi zorunlu.
- Ya şartlar böyle olmasaydı; ne yazıp filme dönüştürmek isterdin?
‘Will&Grace’ çok hoşuma gidiyor, o tarzda bir şey yazmak isterdim. Eşcinsel çiftlerin kendi aralarındaki diyalogları çok ilginç ve ironik oluyor. Üstelik dostlukları heteroseksüellerden çok daha sağlam. Bir homoseksüel arkadaşımdan borç almıştım, tarihinde götürdüm verdim. Kabul etmek istemedi, ısrar edince tek tek yırtmaya çalıştı ve “Biz dostuz, sana borç olarak vermedim ki” demişti. Onların dünyaları çok renkli ve eğlenceli. Yerli dizilere bakınca, öyle karakterlere rastlayamıyoruz.
- Huysuz Virjin’in bile yasaklara boğulduğu bir ülkedeyiz. Üstelik öyle karakter canlandırmaları olsa bile ancak sokakta fuhuş yapan ya da çok kadınsı ve zeki olmayan tipler olarak sunuluyor.
Aynen yetenek diye çıkıp eşcinsel taklidi yapılmasına izin veriliyor ama…
- Diyelim ki bütün bunlar gerçekleşti ve dünya sinemasına gideceksin. Cannes’a mı, Moskova’ya mı, Londra’ya mı, nereye gitmesini ve beğenilmesini isterdin?
Hollywood tabii ki... En büyük hayallerimden biri bu zaten.
- Ama orada şartlar çok ağır... Peki, bizde televizyon ve sinema endüstrileşti mi?
Burada risk şu; kolay kolay yapımcıya ulaşamazsın, tabuları ve yandaşları var. Ha oldu da hikâyeyi beğendi, en az 8 bölüm senaryo sorar ki 760 sayfa yazı demek, sonra ne olacağı da meçhul. Belki yapar, belki yapmaz. Yani emeğe ve fikre saygı ve karşılığını ödeme disiplini hâlâ yok.
- Sen ne okursun; hangi klasikten güzel dizi olur sence?
Gizlim saklım yok, kitap okumayı da pek sevmem. Yıllarca Fransız edebiyatının her hafta ayrı bir işkencesini çektim zaten. Son okuduğum Madame Bovary’ydi. Al dizi yap, patlasın. Türk halkı onu sever.
- Türk halkı Lincoln’ü de seviyor…
Orası öyle ama Türkiye’deki kurallar belli. Zina, kayınvalide, evdeki hizmetli ve ihanet, istiyorsan futbol bile çek bu dörtlüyle. Bak dizilere, çoğu Doğu’da geçiyor ve 15 dakikada anlaşılabilecek işler 90 dakikada sunuluyor. Bir şeyi ne kadar yasaklarsan o kadar ilgi görür. Kendi yapamadıklarını ya da gizli yaptıklarını izlemeyi sever Doğulu toplumlar.
- Ayşe Kulin’in eserleri…
Çok iyi bir yazar, her kitabı dizi oluyor ama 6 bölüm sonra kalkıyor. Benim en büyük korkularımdan biri bu; ya dizi olur da eserim kalkarsa.
- Neden?
Yarın öbür gün bir başka proje olsa “Aman bunun her yapımı patladı” derler, önümü kapatmak istemem. Kaldı ki ben edebiyatçı değilim. Bak, kitap bile okumam dedim. Radyo-televizyon mezunu birçok genç var ve yıllardır ellerinde senaryo Cihangir’de geziyorlar. Ben şanslıydım, ilgi gördüm. ‘As Maça’ aslında ‘Fenatik’ isimli bir senaryomdu, aldım geliştirdim. Hikâyenin son 50 sayfasında var.
- Peki, filmdeki karakterler kafandaki karakterlere uyacak mı?
Şu an hepsi kafama uyuyor, umarım çekime girdikten sonra daha da güzel olacak. Türk sinemasında yapılmayan bir işi yapacağız. Seyirci iki şeye gider, bir güldüreceksin, Şafak Sezer, Ata Demirer gibi; iki ağlatacaksın Mahsun Kırmızıgül gibi.