Havada bir rüya tasviri
Bir kez daha masamı kapatıp, koltuk arkalığımı dik duruma getirdim ve emniyet kemerimi bağladım. Kalkış için apron üzerindeki 21'nci sırada kuyruğa girdiğimiz uzun bekleyişi yaşamamak için, gözlerimi dinlendirip sözlerimi dillendirmek üzere kapatmıştım.
Gökyüzünde parçalı bulutlu ve bol güneşli bir lodos öğleninde, henüz yol almaya başlamıştık... Atatürk Havalimanı penceremden baktığımda ardımda küçülmeye başlarken, hasta yatağındaki dünya üzerinde yer alan yurdumu bir kez daha bıraktığım yerde bulamayacağımı anlamamıştım.
Zaman nasıl da hızla akıp geçmiş ve akla hayale sığmayacak birçok olay gün yüzüne çıkmaya başlamıştı.
Amerika kendi içinde eyaletlere bölünürken, Avrupa’da savaş rüzgârları bir kez daha Orta Doğu'yu sömürmek üzere şaha kalkmıştı.
Suriye güneydoğuya girmiş, komşudan gelen yüz binlerce kürt kökenli mülteci ortalığa çadırsız serildiğinden, yağma ve tecavüzler alıp başını gitmişti.
Kuzey Afrika’dan sert baskı ile gelen şeriat, bir yanda Irak diğer yanda da İran’ı yanına alıp, fendomental bir uslüpla Anadolu topraklarına yine göz dikmişti.
Ekümenlikler topluma vergi koymuş, tekkeler ise mahallelerde kontrolü ele geçirmişti. Kurumlar kurumuş, ülkenin kaynakları ve taşımazları yanlış stratejiler ile adeta emperyalizme peşkeş çekildiğinden, sosyal patlamalar kaçınılmaz olmuştu.
Çekirdek aile parçalanmış, sokaklar bile fuhûş yuvası sunumuydu.
Aynen babaannemin gençliğindeki gibi vapura binen bir gayrimüslim, küçük kız çocuğunu kolundan tuttuğu gibi koltuktan kaldırıp, "Kalk oradan vraysi, ben oturacağyim" bile diyebilmişti.
Kıtlık baş göstermiş, sadece zenginler servetine servet kattıklarından, özel güvenlikli yerlerde lüks ve ihtişam dolu yaşamlarına devam edebilmekteydi. Medya, yalakalığın sonucunu görmüş, aynen Tunus'ta olduğu gibi göstericiler tarafından tutuşturulmuştu. Milyonlarca üniversitelinin sonu ise gerçekten mahzun olmuş, adları mazlum konmuştu.
Devlet başı hasta yatağında can verirken, nefret ve takdir birbiri ile el ele tutuşmuştu...
Hakkı Tarık Us yönetimideki Vakit bile yılar önce, Gazi yazacağına Mazi yazmış, sanki bu olanları önceden duyurmuştu . O zamanki vakit artık nakit, gerisi ise zaten basit duruyordu...
Sonunda koskoca ülkeye bir Anıtkabir yetmiş.
Ama başka yerlere vatan millet el ele yeniden bir sürü anıtmezar kazılıp durulmuştu.
"Bulunduğumuz yükseklikteki hava şartları nedeni ile şimdi lütfen yerlerinize dönünüz ve kemerlerinizi bağlayınız..." anonsu ve de basınç farklılığından oluşan sarsıntı ile uyandım.
Güler yüzlü ve yakasında Atatürk rozetli kabin memuresinin uzattığı bir fincan çayın kokusu ile rahatlamıştım. Birazdan bulutlar aralanacak, Amsterdam beni "Bir kez daha" kucaklayacaktı.
Ne kadar şanslıydım ki, gördüklerim 11 bin metredeki bir rüyadan ibaret olacaktı.
Gazi mazi olsa da, semada gördüklerim, bir tasvirden ibaret kalacaktı.
Umarım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder