Bu sayfada yer alan tüm yazı, resim ve buna benzer içeriğin tüm hakları Barbaros Sansal'a aittir. Izinsiz kopyalanması ve kullanılması yasaktır.

29 Ocak 2013 Salı

DEMİR PARMAKLIKLARA HAPİS



Pembe ev


Demir parmaklıklara hapis pembe ev
Tur otobüsünde sırasıyla balık pazarını, kapalı çarşıyı, İshak Paşa Camiini, Yahudi hamamını, Abdülmecit'in evini ve Suriçi Mahallesi'ni de gördükten sonra otobüs yavaşça yokuş aşağı gezisine devam ediyordu.

Muavine daha önce söyledğimden, 11. durakta, aradığım bölgeye geldiğimi söyleyerek beni uyardı. Üstelik elimden tutarak inmeme de yardımcı oldu, Zaten gezi boyunca, sık sık elindeki kitaptan bol bol tarihle ve paşalarla ilgili bilgiler de vermişti. O gülen gözlü, temiz elli, işinin uzmanı bir tur rehberiydi. O gün sadece. karşıya geçmek için önce yaya geçidine uzandım, ilk soldan sapınca artık aradığım mekandaydım...

O da ne? 

Metrelerce yükseklikte koyu yeşil demir duvarlar içinde kurşun geçirmez kalın kalın levhalar gördüm, aralarından belki bir şey görürüm diye boşuna göz süzdüm. Önümdeki köşede bir otobüs kalkanlı polis, diğer köşede ise 2 otobüs polis de saf tutmaktaydı, gerçekten şaşırdı iki faltaşı gibi gözüm. Binayı görmek mümkün olmadığından apartmanların arasına sıkışmış kalmış yan sokağa büküldüm. Her yerde vardı teknik takipli kamera hatta bir de zırhlı kulübe sağ köşenin tenhasında...

Ana kapıya ulaştığımda çaresizce polise yönelerek içeri girip giremeyeceğimi sordum. Bana, "Zile bas, alırlarsa girersin" dedi ama buna epey üzüldüm. Henüz elimi zile uzatıyordum ki, içeriden kamera görüntülerinden olsa gerek bir otomatiğe basıldı ve genç bir bey beni kapıda karşıladı. 

"Hoş geldiniz Sayın Şansal. Evi mi görmeye geldiniz?" "Evet" dedim şaşkınlıkla. Öndeki konsolosluk binasından eski evi ayıran diğer demir parmaklıklara bakınca, bir genç hanıma haber verdiler. Ancak bahçeden bakabileceğimi söylediler. Derhal çıktık, Kıbrıs şiveli mihmandar genç bayanla bahçeye. Tam da o pembe boyalı evin arka cephesinin önünde... Bir de resim çektirdim telefonumla hemen, bu arada öğrendim Amerikan Büyükelçiliği'nden sonra en önemli korunanın konsolosluğumuz olduğunu hemşireden... Geçen yaz başlamıştı tadilat. Bu yıl 10 Kasım'da dış cephesinin açılışı yapılmıştı, malum zatlarla bizzat. "Belki bu yaza açılacak içerisi" dedi. "Kültür Bakanımızda dün değişti, umarım daha önce biter" diye de ekledi. Tarifi imkansız bir duygu karmaşası içindeydim. Makedonya'nın tam göbeğinde bir yerlerdeydim. Artık, teşekkür edip ayrılma vaktiydi... Ön cephesini bile görememiştim pembe evin. "İyi ki doğdun" demekten başka söz geçemedi şaşkınlıktan beynimden. Ağır, çelik kapıdan çıktığımda Karlowy Varideydi özlemim. Çek Cumhuriyeti'ndeydi çünkü Ata'nın yemek yediği Lipp restoran.

Oraya da gitmiş, aynı masada yemek yemiş, onun izinden giderken "Şerefine Atam" demiştim... Her adımımda, senelik izinde olmadan iz bırakan Liderimi gerçekten çok özlemiştim. 

Bilinçsizce vurdum kendimi sokaklara ziyaretin ardından. Atatürk’ün doğduğu evin nasıl olur da bu durumda kaldığını anlayamadan. Selanik biraz daha karardı gözlerimde. Hele uçağa binerken havalimanında elime geçen gazetede, eski Selanik'teki camileri, evleri gayet net 1890 fotoğrafları ile görünce... İç pilavda da vardı restoranlarında, baklava da, saray köftesi yanında cacık da. Ama kalmamıştı eserlerden esame, bitmiş silinmiş gitmiş Osmanlı zamanıyla...

27 Ocak 2013 Pazar

Cem ile muhteşem bir aşk yaşadık



Bu hafta Cem Karaca’nın eşi olarak tanıdığımız İlkim Erkan Karaca’nın hayatına sızıyoruz. Cem Karaca’dan önce ve sonra neler yaptığını, nasıl yaşadığını soruyoruz. İlkim Hanım, hayatı için bir tablo çiziyor ve her renginde Cem Karaca’yı anıyor...

Güneşli bir Baltalimanı sabahı otobüsten inip, köşedeki serayı döndükten sonra beni kapıda bekleyen İlkim Erkan Karaca ile buluşuyoruz. Hâlâ dava dava gezen, eşi Cem Karaca’yı kaybettikten sonra hedef haline getirilen bir başka dul kadın İlkim, Türkiye’de. Hemen merdivenleri çıkıp, ikinci kata ulaştığımda annesiyle yaşadığı daireye varıyorum. Nefis bir börek kokusuyla karşılıyorlar beni.
- Kimsin sen İlkim?
Herkes beni Cem Karaca’nın karısı olarak biliyor değil mi?
- Bu ülke herkes için böyle. Başbakan'ın danışmanı, popçunun anası vs... Nasıl geldin bu günlere, nereden geldin?
1960’da İstanbul’da doğdum. Çeşitli üniversitelerde okudum ama hiçbirini bitirmedim. En son İstanbul Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuarı'nı bitirdim ve müzik öğretmeni oldum. O zamanlar Halepli Alaeddin Jebrini ile evliydim. Ancak benden habersiz ABD’ye yerleşme isteklerini öğrenince, Türkiye’de yaşamak istediğimi söyleyerek ondan ayrıldım.
Daha eski yıllarda İstanbul Radyosu’nda da çalışmıştım ve Cem Vakfı kurucularından İzzettin Doğan Bey'in yakın arkadaşı da olan babam Hasan Hüseyin Erkan vasıtasıyla Cem Radyo’da da işe başlamıştım. Seslendirmeler için İstanbul Reklam’ın sahibi Süheyl Gürbaşkan'la da çalışıyordum.
ANNEM GİBİ OLMAK İSTEMİYORUM
- 222 22 22 idi numarası, hiç unutmam.
Ne günlerdi! Bir zamanlar Ruhi Su Dostlar Korosu’nda da şarkı söylerdim. Talebelerindendim, kendisi isim babamdır ayrıca. Âşık Mahzuni Şerif de babamın yakın dostuydu, bu yüzden müzik ve sanat dünyasının içine doğmuştum diyebiliriz. Melih Kibar iki güftemi bestelemişti.
Cem Radyo’nun ardından Radyo Cumhuriyet geldi. Alev Baykent ile haber okumaya başladık. "Bu dünyadan Nazım geçti" adlı programında hafta içi şiirler de okumaya başlamıştım. Daha önceleri bir tesadüfle tanıştığım Hakan Balamir ile hayatımı birleştirdim. Kısa süren bir evliliğimiz ve o evlilikten bir de kızımız oldu. Annem gibi olmak istemiyordum. Sadece çocuk bakarak hayatımın geçmesini istemiyordum. Kızımı da annem büyüttü zaten. Derken Tarabya Oteli’nde Cem Vakfı’nın bir gecesinde Cem Karaca’yla tanıştım. Cem, boşandığı eşi Semra Hanım ile gelmişti. Garip bir tesadüf birçok dostumuz boşandıkları eşleriyle gelmişti o geceye.
- Ya Cem Karaca’dan sonra? 
Türkü ve Türk müziği eğitimi almıştım. Cem Karaca'nın hiç de hayran olduğum bir tarzı yoktu. Ama ilk karşılaştığımızda kadın ve erkeğin birbirinden hoşlanması olarak birbirimizden etkilendik. Ve ilişkimiz öyle başladı. Ama zamanla değişmeye başladı her şey. Cem hayatında canını sıkan ne varsa her şeyi anlatmaya başlamıştı. O kadar güzeldi ki anlatımı, "Bunları kitap yapalım" demiştim. O da bana, "Daha çok gencim ama sen not al, bana hatırlatırsın" derdi. Bana yazdığı şiirleri de hep temize çektim. Peçeteye yazsa bile saklar deftere geçerdim. Henüz evli değilken bile 29 Ekim respsiyonlarında beni "Karım" diye tanıştırırdı protokole. Bana "Sen anne sütü emerek büyüdün, benim annem sahnede olduğundan ben bakıcı muhallebisiyle büyüdüm" dedi bir gün. Ben de ona su muhallebisi yapınca yemeye doyamamıştı. Onun o tutkusunu ve güzelliğini; kaybedince bir kez daha anladım, lakin insan güzelliği kaybedince anlıyor. Muhteşem bir aşk yaşadım. 
- Peki onu kaybettikten sonra...
Gök başıma indi. Ben gökten yere düştüm. 72’de evlendiği, 76’da çocuğu olan üçüncü eşi olan eşi vardı Cem’in. 1979 yılında da ayrılmıştı Cem Türkiye’den. Özal’ın desteğiyle geri döndü ve vatandaşlık aldı. Tekrar aynı eşiyle evlenmişti. Annesi Toto Karaca’dan çok şey almıştı. Çok baskın karekterdi, kimse ona istemediği bir şeyi yaptıramazdı. Her zaman sosyal demokrattı. Bir ara inancını kaybetmiş ama en sonunda Allah’a sığınmıştı. Bu yüzden çok eleştirildi, dönek bile dendi ve buna çok üzülürdü. 
BİRLİKTE BESTELER YAPIYORDUK
- "Dogmalar sorgulanamaz" derler. Herkes bilirkişi kesildi, neden? 
İnsanlar kendi meselelerini ikâme etmek için Cem’i ve beni işin içine çekmekte zaman kaybetmediler ve Cem artık cevap veremezdi, çünkü yoktu. Sonunda kendimi mahkeme salonlarında buldum. Miras için mezar açtıracağım bile yazıldı. Oysa üçüncü eşinin oğlu, ölümünden bir hafta sonra mirası paylaşmıştı. İtiraz bile etmedim. Sadece Cem, sağlığında vekaletler vermişti evini müze yapmam için...
- Nasıl oldu kaybı? 
Amfizem hastasıydı ama içki ve sigaraya da devam ediyordu. Ben kullanmadığım için çok azaltmıştı. Birlikte besteler yapıyorduk. TV programlarında dahi yanındaydım. Sanırım kıskanılma orada başladı.
- Bugün sanatçılar sevgililerini gizlemeyi tercih ediyorlar hayran kaybetmemek için...
Cem hiç öyle düşünen biri olmadı. Âşık olduysa evlenmiş, aşk bittiyse boşanmıştı. Bana uslanıp geldiğini söylerdi. Bu benim başarım değildi. Attila İlhan’dan öğrendiği sözü söyler "Ne istemediğimi biliyorum artık" derdi. O gecelerden birinde, 8 Şubat 2004 günü annesinden kalan Karaca Apartmanı'ndaydık ve yalnızdık. Kollarımda fenalaştı. Ambulansı aradım ama ne zaman geleceğine dair kesin bir zaman vermediler, bunun üzerine hemen taksi durağını aradım. Donmuştum, büyük bir travmaydı ve ne yapacağımı bilemiyordum. İkinci arabayı da çağırıp "Koşun Cem abiniz fenalaştı" dedim. Taksici "Hangi hastaneye?" diye sorunca "En yakınına" diye bağırdığımı hatırlıyorum. Israrla "Acıbadem mi, devlet mi?" diye soruyorlardı. Acıbadem’e vardık. Sakallı ve uzun saçlı olduğu için belki de evsiz, berduş zannettiklerinden sıradan davranıyorlardı, Cem Karaca olduğunu bilmiyorlardı. Meğer çoktan ölmüş, kollarımda can vermiş.
Kimliğini istediler. Yalvarıyordum o anda "Ne olur morga koymayın, canlanır o, şakacıdır" diye... Kimliği almak üzere eve geldim. Birden kapı çalındı. Kapıyı açmaya çalışırken üçüncü eşi ve oğlu kapıdaydı. Bir kadın bağırıyordu "O öldürdü babanı, patlat gözünü" diyordu, zor kapattım kapıyı. Çok kırıldım. O anda Cem’in acısından çok onun hayatındaki insanların yaptıklarının acısını çekiyordum. 
- Nasıl başa çıkıyorsun? 
Vasiyeti vardı, istemezdi alkış, "Biz alkışı da, yuhalanmayı da sahnede aldık, doyduk" derdi. "Nasıl şarkı söylenmesi gerektiğini İlham Gencer’den, nasıl hitap edilmesi gerektiğini Ruhi Su’dan öğrendim" demişti. Ahmet Hakan’a bağlanırdı Kanal 7’de haber yaptığı dönemde... Ölümünden sonra o bile sessiz kaldı. Bu yüzden ölüm ilanında belirttim ama bu kez de tekbir sesleri meselesi göndeme geldi. Şahsıma yerli yersiz davalar açtılar, sadece benim açtıklarımı yazdı gazeteler. Mezarını bile açtırdılar, sanki ben yapmışım gibi yansıtıldı. 
- Moda oldu mezar açmak. Mezar soyucu bir coğrafyaya dönüyoruz... Nasıl başa çıktın tüm bunlar?
Cem bana anlattı hiçbir şey yapmadan vatandaşlıktan çıkarıldığını... Hukukun olmadığını gördüm. Annem ve babam olmasaydı nasıl başa çıkardım bilmiyorum. Sebepler farklı olsa da Şanar Yurdatapan’a, Ahmet Kaya’ya, Yılmaz Güney’e de yapıldı benzer şeyler. Hrant’a bile yapılabilirdi ki çok daha beteri oldu. Rakel ve benim acılarım benzer kılındı.
İÇKİ VE SİGARALARINI SAKLIYORUM
- Bir tablo yapsan ne koyardın içine? 
Ara Güler gibiyim, yüreğimde hayal ettiğim tabloyu özlüyorum. Girmediğim davalarda, avukatların yaptığı hataları düzelttiğim bir saray da var bu tabloda. Hukuk hiç yok ufkunda. Her yerde yangınlar var. Bir köşeşinde Aziz Nesin, bir köşesinde Ruhi Su gibi isimler var. Ve ben hâlâ temiz bıraktığım bir kurtarılmış bölgesindeyim resmin. Tuluğhan Uğurlu söylemişti, Napolyon söylermiş; "Eğer dünya bir ülke olsaydı kesinlikle başkenti İstanbul olurdu" sözü imza diye bir köşesinde... Yastığımı, yatağımı, evimi özlediğim için her şey onun içinde olurdu ve ev yemekleri kokardı tablo.Hâlâ Cem’in içkisi ve sigara peketleri de var sakladığım ama...
Börek kokusu iyice keskinleşiyor. Aile masasında İlkim Karaca’nın dünya şekeri annesiyle beraber yemek yiyoruz. Saatler ilerlediğinde izin istiyorum ayrılmak için, elimde Hasan Hüseyin Erkan’ın ‘Eskici’ ve İlkim’in ‘Fani Rübai Cem Karaca’ kitabı olduğu halde anne; "Sana 100 oyum var hadi siyasete" diye sesleniyor ardımdan. Japon bahçesini geçip uzanıyorum Baltalimanı'na, caddeye... Geçen ilk taksiye el edip, doğru yetişmek üzere beni bekleyen geleceğin keşmekeşine...

22 Ocak 2013 Salı

SÖZÜN BİTTİĞİ YERDEYİM



Aldanmışım....

Birden bire sokaklara döküldü insanlar.
Ne polis vardı ne de asker, 
Ne biber gazı ne de şer,
Sessiz bir çığlık gibi, kalabalıklar basıverdi sokakları...
Sivil itaatsizlik her yanı sardı. 
Toplu taşımadan, kaldırımlar insanlarla doldu taştı. 
Bırakıverdim bende kendimi göğebakan insan seline. 
Alsın beni götürsün herkesin gittiği yere diye... 
Beşiktaş'tan atlamışım vapura,
Henüz inmiştim ki Üsküdar'daki Alana!
Evet henüz inmiştim, mevsimi bile tarif edemezdim. Genç, yaşlı, kadın, erkek, çoluk, çocuk, dizi dizi boşalıyorduk vapurdan. Tam demir kapıları geçmiştik ki, tek sıra halinde duran, yüzü okunamayan diğer insanlar dikkatimi çekti. Kısa mesafeler ile yürüyorduk konvoyda. Hemen meydana çıkan kırmız tuğla odaların önündeydik nemli ayakkabılarla. 
Çevirdim başımı, tek sıra kırmızı tuğla odaların tarafına. 
Arkası dönük bir sürü adam vardı, sıra sıra yüzü dönük tek sıranın önünde.
Kimi takkeli kimi külahlı kimi şapkalı kimi kipulu adamlar vardı, yan yana geçen halka bakıyorlardı manasızca. 
Papazı, hahamı, imamı, bakanı, hepsi bir renk kılık giymiş mertebeden ama cafcaflı mı cafacaflı. Usulca çözüldüm kalabalıktan. Hala gözleri gözlerimde olan, o tek sıra adamlardan. Köşeyi döner dönmez bir okul gördüm, azınlığın üzerinde plastik afiş vardı anlaşılmazlığın... 
"Ana dilimde eğitim ve alfabe istiyorum" yazıyordu 
Kapının önündeki bağış kutusunda ise Türk parası toplanıyordu. 
Alfabesi Hibru olan da vardı Sanskrit olan da.
Ama hepsi Türkçe yalvarıyordu. 
"Bir milleti imha etmenin yolu, dilini imha etmekle başlar" demişlerdi bana. 
Meğerse dil yarası, sivri dille değil, irin dille telafuz edilirmiş ahmaklarca 
Anladım ki dil değildi sorun. 
Beyaz ekmek bile sorunlu somun, 
Bir de milli hap yutmuşuz, buradan da buyrun 
Sözün bittiği yerdeyim, siz hala uyuyun.
Çıkıverdim oradan, Barış Manço Moda adresine, 
Bir de baktım ki dondurmacı, lahmacuncu olmuş bile... 
Ter içinde uyanmışım, 
Hepsi bir rüyaymış meğerse, aldanmışım..

http://www.anneboyutu.com/yazar?barbaros-sansal-sozun-bittigi-yerdeyim&ArtId=12294

15 Ocak 2013 Salı

HAYDARPAŞA'NIN GELİNİ


Kristin Haydar

Haydarpaşa'nın gelini Kristin Haydar.
Haydarı da gelin ettik ya, koyunlar ne anlar!

Yavaşça yanaşıyor içi yenilenmiş şehir hatlarının Sarıyer adlı eski vapuru tarihi iskeleye. Kısa süre önce kalkmış zaten çakma Karaköy yüzer iskelesinden, oysa 2 kere yanmıştı denizyollarının aslı kocaman iskeleleri ta eskiden...

Burhan pazarlama da yoktu bu kez dağların ardından dikiş sepeti getiren! Ne yanında bedava çengelli iğne seti vardı ne de ekay tarak hediyesinden. Aklıma geliverdi Turgut Özal’ın oğlu Efe Özal, ekonomi kanalı açtığında onun ekranına satış pazarlamaya geçip, sonra da kaybolup gittiğinden...
Ekonomiyi: Satıyorum, satıyorum, saat tım!
Ne emprime elbiseli mantolu hanımlar vardı ne de fötür şapkalı beyler lüks mevkiden. Belli ki  Bankalar Caddesi memurları da gelememiş, çoktan tarih olmuş kambiyo servislerinden. Emanetçi Sultana’nın deposu köfteci olduğundan mı bilinmez ama mevki farkı kalkınca da, belki 2 mevki yolcusu amele bile artık vapura binemediğinden...
Bankaları: Satıyorum, satıyorum, saat tım!
Kimi öğrenci kimi işçi kimi memur, gri kara bir kalabalık yerleşmiş sahte deri koltuklara. Ellerinde bir enstrümanla birkaç da işten dönen müzisyen serpilmiş sanki aralara. Günün sonundayız aslında o ara ama yönümüz yitirilen Haydarpaşa!

Usulca yavaşlıyor Toprak Mahsulleri Ofisi'nin silolarının gölgesinde gemi. Vinçler, konteynırlar, kosterler bile sanki başı öne eğmiş, sessizce alınca ölüm emrini.

Limanları: Satıyorum, satıyorum, saat tım!

Halatlar bağlanıyor demir babalara, rulmanlı tahta iskele ise veriliyor yüzer dubaya. Yularından boşanırcasına inmeye başlıyor insanlar. Bu arada, etrafta bir de kayıt yapan bir televizyon kamerası var. 

Vahşi bir hırıltı geliveriyor yanımdan, biraz da ter ve rutubet kokusu ardından. Bir de bakıyorum bıçkın mı bıçkın, tıknaz kara biri kendini adam sanmış, üzerindeki polyester montla özel güvenlik levhası ensesine yapıştırıldığından. 

Yasak kardeşim çekme diyor kameraya. Oysa vapurların ihalesi ile donatıldı her yer yandaş medyayla... Genç kameraman, "Vapuru çekmiyorum, yolcu inişini çekiyorum" diyor. O da, "İskeleden dışarı çıkana kadar asla çekemezsin" diye yeniliyor. Gerginliği bırakıyorum arkamda, çünkü hedefimde can çekişen tarihi Gar Haydarpaşa...
Kamu mallarını satıyorum, satıyorum, saat tım!
Rüzgar sert, hava buz. Yolcu kayboluveriyor, koşar adım kalan son banliyö hattına. Anadolu trenleri yanıyordur kara bahtına. Zaten Uşak'ta Cumhuriyet trenleri yakında satışa çıkıyor hurda fiyatına. Tarihi Gar Lokantası bile garip bir isim almış, hatta büfelerin bile ışıkları kararmış ne ala...

Fransız balkonu alüminyum bir köprü koymuşlar yangın yerinin ön cephesindeki koca garın mermer merdivenlerine. Adına da özürlü geçişi demişler, her neyse ama köprü bile otoyalla zaten satılmış gtmiş. Acaba gülsem mi, kim bilir artık neremle. Hem tıngırdak hem dandik. Zaten garın yanında, yük yolu var ince eğim ey ihaleci bağnaz taktik... Ama ince meğil dönünce sapağı yapılmış bir büfe binası, hatta her yere çekilmiş tel örgü ve kafes; bir de turnikeler kesmiş yolu cabası...
Otoyol, köprü, tren, vapur, satıyorum, satıyorum, saat tım!
Issız mı ıssız kaderine ağlıyor şimdi yanık Ömer misali Haydarpaşa Garı.
Hicazın umudunu batıya, batının uğurunu doğuya taşıdığı yıllardan çoktan kayıp anıları. Oysa her filmde aydınlanırdı Anadolu trenlerinden inenlerin hayalleri ve hatıraları... Bekle beni İstanbul seni fethetmeye geldim naraları.
Kimseler yok ama 10-15 kişi hala eylemde, elde pankart sıcak çay ve azimle.
Bu soğukta nöbette karartmadan yitik umutları.
Karıştmış artık demir ağları ve kader ağları meğerse başa örülüyormuş, bir başka çorap baharı...
Christine Haydar'dı dediler milli gelin; sarışın, erotik, yaşlı dilberi getirip Fransa'dan bir zamanlar. Ejdat padişahlarının vagonlarının yerlerini bile sormadan. Bu yüzden belki de sonunda Haydarpaşa Garı gelin, Hıristiyanlığa, dişi mi erkek mi bile olup olmadığını tam anlayamadan.....
Koş son kez bir bak geçmişine, çünkü bedava!
Otel olunca kapıdan girmen yasak, güvenlik onaylamayınca.
Zaten girsen de her şey parayla...
İşin içine rant ve haram girince, karı da satılır tarihte, ejdat da...
En sonda ipotek gelir haklara, debelenmek işte o zaman bahane artık anlasana.
Vatandaşı da yurttaşı da satıyorum, satıyorum, saaaat tım!

Çekin peşkeş kentlerimizin kültürünü.
Nasılsa ürününüz mantarın da uyduruk küflü kültürü.
Sanmayın ki bu kez Bekir Coşkun'dan güldürü.
Sizden daha zeki, yakında hesap soracak olan sizce adı koyun sürüsü.

Oktay Ekşi'den feyz aldım, Necati Doğru'dan fikir, hatta Emin Çölaşan'dan görüntü.
Anamız hala biz de, gerekirse alır bir müddet daha sizi karanlıkta bırakır gideriz.
Aman dikkat edin, kafanıza sıkar dike dike sonra yine biz aydınlıkta gezeriz.

Saaat, Saat... Şimdi sırada ne var bakalım ey muhterem zatlarım!

8 Ocak 2013 Salı

SESSİZ ÇIĞLIK


Vatan sağolsun...
Ankara, Bursa, Beşiktaş, İzmir...
Sessiz çığlığımız çaresiz midir?
Ve kanaat önderinin emri ile kanaaten 1400 sayfalık iddianame hazırdı. Haftalardır ana, bacı, kız, oğlan meydanlarda, pankart ve madalya elde zaten buna nazırdı. Vardiya bizde ama sıra şimdi kimde? 

13'de gerçekleşecek Ankara Sakarya Caddesi'ndeki eyleme katılmaya kararlıydım. Zaten devamında Ankara Barosu'ndaki, "Demokrasi ve ötekiler" panelinde de konuşmacıydım. Bu nedenle, sabah 10 uçağına çoktan biletimi almıştım ancak 1 gün önce cebime bir mesaj geldi Türk Hava Yolları'ndan yine. Şu sayılı sefer iptal edilmiştir diye. Neyseki 11 için bir dev A330 koymuşlar yerine.

Dev gövdeli uçağa 30-40 yolcu alındık. Kabin ekibi bile şaşmıştı bu sefere ama biz şaşmadık. İner inmez Berkan ve Hasan karşıladı beni TGB'den. Oysa korunmaya ihtiyacım yoktu ezelden. İki çift aydın bakışlı göz ile yola koyulduk. Doğru, otoparka girip heykelin önünde dimdik doğrulduk. Hocalar, nineler hatta engelliler gebeler. Amcalar, dayılar ve babalar. Tüm mağdur aileler işte oradalar. Ne polis var ne asker, sadece bir polis kamerası ve 3-5 medya mensubu bize yeter...

"Aydınları korkak olan ülkenin zalimleri cüretkar olur" pankartı vardı elimde, hemen yanımda Berat ve madalyalı bir mazlum anne. Bir de emekli öğretmen, elinde "Tutuklu Silivri değil Türkiye" diyen. Albayı, yarbayı vesikalık portre olmuş Maltepe'de tutuklu neden? 
Aklıma Aden Körfezi'ne savaş gemimizi ile giden ilk komutan geliverdi birden; 
mektup yazmıştı ıslak imza ile bana ta cezaevinden 
Karamürsel'deki bilgisayarın ayarları ile oynamaktan suçlanmıştı,
Oysa, o tarihte Nairobi'de Nato nedeni ile bir görevde kalmıştı.
Enerji içeceği değil, kanaat kanatlandırır ejderha kılıklı bağnazı,
ama unutmamalı ki, sonunda cehennem ağırlar yobazı.
Soğuk ve ince ince kar yağıyordu,
Gelen geçen şöyle bir bakıp yoluna devam ediyordu.
El eleydi, gönül gönüleydi orada vatanperver yurttaşlar.
Oysa cumartesi tatilindeydi purosu pipisinden büyük yandaş yazarlar.
Herkesin yüzü asık, ama tek gülümseyen bendim
İnadına, hüzün kuran iktidarla dalga geçen günümdeydim.
Akan gözyaşı ve acılar duracak.
Bir gün gelecek siyonizmin köpeği olmuş hainler, elbet cezasını bulacak.
Yıkılacak duvarlar bastille baskını misali,
Hasdal, Silivri, Maltepe, Metris, Diyarbakır, Adana boşalacak Sinop cezaevi misali...
İnadına gülümseyeceğim elem keder onlara miras olsun.
Benim de naciz vücudum bir gün toprak olacak,
ama vatan sağolsun!

7 Ocak 2013 Pazartesi

Düşlerde Gezen Gezginler


Düşlerde Gezen Gezginler
Kumandayı aldım elime sabah sabah,
Kiminde mütedeyyin magazin kiminde günahkar bir fuhuş var.
Önce haberlere baktım kanal kanal,
Kimi yandaş kimi paydaş ama suratlar hep prompter okuyan ifadede ve sözler adeta anal.
Her şey ne kadar banal,
Bir yanda açılmış alet edevat çantası, içinde yok yok safsatası...
Tornavida, çekiç, balyoz,
Çıktıkça çıkıyor aletler,İngiliz anahtarı sanki horoz.

Terör, dava mahkeme, cezaevi peş peşe ekrana dizildiler,
Derken çocuk gelinler, tecavüz ve trafik kazaları geldi.
Hemen ardında da toptan satışlar,
Biraz göçük altında kalan maden işçisi, birazda çakma enflasyondan ve zamlardan rakamlar.
Reklamları da geçiverdim,
Her yer banka, deterjan, çikolata, gofret derken, en çok rezidans reklamı görüverdim.
Bolca elektronik telekomünikasyon ve araba yanında sanki beyaz eşya bedava …

Sonra tanıtımlar akıverdi, art arda akşama hangi futbol kavgası? yada hangi dizi ve yarışma ?
Derken gündem girdi yayına,silikon memeli, burnu estetikli kadınlar gırla...
Geceler gecelere akmış ama heceleyen seks kokusu her yeri sarmış,
Nasıl da mutlu gülen yüzler,oysa dizi figürasyonu kar altında sıra bekler!
Lüks araçlar, milyon dolar bir de sırıtan porselen dişler var,
Çıstak çıstak ritim fonda,sponsor elbiseli sunucu zaten sarışın yosma..

Ne satan cd var, ne de gazino konseri,
Şöhretin bile bedeli playback zaferi.
Sonra dizi oyuncularının işleri,el ele kulüp çıkışı bekletir kamera ve flaş dizelerini...
Yandaş, paydaş, yoldaş, candaş,
Valla bu ülkenin tablosuna bakınca gerekemez ki helal aş.
Aşın helal olmaz ise işin haram olur,
Haram aş ve iş, eşini leşte bulur.
Fark etmiyor dinci, laikçi, kinder, dindar,
Aklı belden yukarı çıkmayan ülkemde, kerhanede bile ayaklanma var.
Zap zap geçiyorum, zap suyunda kavga var göremiyorum,
Hakkari, çukurca, sivri tepe 1997,Üzümlü karakolu baskını dam-ı hikaye anlayamıyorum.

Rüyadayım, harekat kumanda merkezin de çadırda,
Bir de pos bıyıklı Barzani var, kamuflaj forma ile yanımda.
23. tümende rakı sefası,
181 filoda sinema salonunda ıhlamur sahnede paspas davası.
Bir uyandım marş sesiyle,
Meğerse 1980 de uyumuş kalmışım, gönderde bayrak kapanış eseriyle !

Barbaros Şansal
barbarossansal57@hotmail.com
@barbarossansal
facebook/terziyamagi

ÖTEKİ BERİKİ


Bir not geldi aniden önüme : ‘’Bu salonda Barbaros Şansal olduğundan bir eşcinsel olarak kendimi öteki hissetmeyeceğimden dolayı bu panele geldim’’ yazılı. Lafa girdim palakılıç, hem de dilimde olmadan gemi azılı .
Sorun diyalog ve dil dedim kalmadım ki aykırı.
Dinledim ve not aldım bir bakın bakalım, sonunda duygularım nasıl yansıdı ?


ÖTEKİ BERİKİ

Ötekidir fahişeler, genel ahlak malumların ahlakı olduğu için,
Eşcinseller ötekidir, polis ceza kesip çok puan aldığı için.
Hayvanlar da ötekidir angutlar angus ithal ettiğinden
ve ötekidir artık kadınlar damızlık ilan edlip 3 çocuk istendiğinden ..

Silivri , Hasdal, Maltepe de ötekidir. Pozantı da öteki olduğu için
F tipi hep E tipene tekidir bunun için .
Sivas Dersim Bağcılar Maraş Roboski de ötekidir nitekim.

Gecekondu bile ötekidir rantsal dönüşüm için
Sessiz çığılık bile ötekidir Tayad ve Cumartesi annelerine.

Köylü ötekidir, kontratlı tarım ile borçlandırlıp küflü dometes üretildiğinden,
Rum, Ermeni, Yahudi ve Süryani de ötekidir vakıf malları yağmalandığından,
Öğrenci de ötekidir, en heriz müşteri yapılıp cahil bırakıldığından.
Hasta öylesine ötekidir ki en yağlı müşteri olup sigortalı soyulduğundan.

Çingeneler, yörükler ve tarım işçileri bile ötekidir göçer olduklarından,
Öğretmen hep ötekidir, atanamayıp okul önünde simit sattığından.
Seçilmişler en ötekidir sadece vip salonu kullandığından.
Doktorlar ve eczacılarda ötekidir muvazzalık ve tamgün yasasından.

Bakkal, kasap, manav ötekidir süpermarketler için,
Halk ve semtpazarı nasılsa ötekidir artık çünkü avm ler biçim biçim.
Terziler de ötekidir, modacılar islamın başını siyonizmin çarşafı ile dürdüğünden
Kanaat önderleride ötekidir, imamın ordusunu tesis ettiklerinden.

Mücahitler müteahiide dönüştüğünden ötekidir toki adında,
Aleviler de Yezidiler de ötekidir Yunus Emreye sansür uygulandığında,
Çocuklar ise hep ötekidir Van’da lastik terlik, karda araba iterken,
TGB ‘de ötekidir yüzbinler ile anıt kabirde direnirken.

Barış savaş için savaş ise barış için ötekidir hep ,
Kürt zazaya, gürcü ise laza ötekidir .
Pırlanta %0 kdv ile ötekdir %18 kdv li kitaptan,
Medya patronu hep ötekidir kendine devlet ihalaesi kovaladığından.

Ramazan Muharrem için ötekidir zaten,
Recep malı götürürken öteki İnek Şaban izlenir bazen
Fener Rumu ötekidir ya mavi kurdele ve mor mühürü ile
ötekidir be ruhban okulu zengin şeyten avukatının emriyle .

Sendika fabrikaya, lokavt bile işçiye ötekidir.
Patron, emekçi, memeur hep öteki olur birbirine.
İşte ozaman ötekidir yalıçetesi malum köşkün reçetesine,
Din bile imana ötekidir işin içine takiyye de girince ...

Sarayalara gelince;
Muhallebici mimar, simit sarayında kemikten zar, sünnet sarayından ise firar, belediye sarayında usulsuz imar ama adalet sarayında başkalaşır diyar ve başkanlık sarayında ise zinhardır herşey ötekine !

3 çocuk söylenir 4. hayasız saklanır öteki diye,
TL adı ötekidir artık dolar diye beriki geçer geçer nafile,
Türkiye de ötekileşir ve abancı dil söyler anlamaz kendini bile .

Ekonominin dili artık paradır ötekine de, berikine de;
%3 kalkınma bilin ki ötekidir %58 borsa kar bedeline,
Faiz ötekileşir sözde karpayına,
Ötekidir zaten köleler ve ötekileştirmeye çalışana.

Ben ötekileşmeyeceğim çaylaklara bakıp aylak aylak;
Bu salonda ona buna selam oy ve rant uğruna yollayarak.
Devrimin mimarı, emperyalizme karşı dik duruşu ile
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün rsminin ve bayrağının önündeki kürsüde,
O hepsidir ne öteki ne beriki denemez kandisine...

oOa yükselen merdivenlerde hep vatanperver yurttaşlar geleceği aydınlatacak,
Bu panel ve her panel ona olan şükran borcumun onur belgesi olacak ...

5 Ocak Cumartesi 2012 saat: 14:00 Ankara Barosu Abem Konferans Salonu

Mardin milletvekili Erol Dora(süryani ilk vekilimiz)
Chp Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin
Moderatör: Birsen Temir,
Gazeteci Gürkan Hacır ve Necdet Saraç,
Ayrıca Mustafa Aksu ( Çingene Konfederasyonu Başkanı) ile
Ömer Faruk Eminağaoğlu (yargı-sen kurucusu) ve ben oradaydık Ve de yüzlerce dinleyici…
Peki ya diğerleri?
Ötekiler ve berikiler ile kimbilir nerdeydi ?

Terzi Yamağı
 

6 Ocak 2013 Pazar

Mescit komünizmin beşiğidir



'Abdestli Kapitalizm' adlı kitabını çıkardığında çok konuşulmuştu, şimdilerde ilginç fikirlerini televizyon ekranlarında anlatıyor. Eren Erdem'le İslamiyet'in algılanış biçimlerini, günümüz Müslümanlarının hayata bakışını, dikkat çekici tespitleri eşliğinde konuştuk...

Kendimizi Bezm-i Alem'e doğru bayır aşağı arabayla vuruyoruz. Aslında kardeşi radikal ülkücü, kendisiyse muhafazakar kesimin aykırısı. Yazdığı kitaplardan 'Abdestli Kapitalizm' iktidarı oldukça rahatsız ederken Ulusal Kanal'daki televizyon programları da herkesin dikkatini çekiyor. Tam otoparka girerken Dolmabahçe'de bize nereye gittiğimizi soruyorlar. Eğer camiye gitmiyorsak arabamızı park edemeyecekmişiz. Biz de 'Namaza' diyerek içeri giriyor ve arabayı kilitleyerek camiye doğru yürürken zinadan namaza, kurbandan kefen modasına kadar uzanan tehlikeli bir sohbete başlıyoruz. Tehlikeli, çünkü o İslami kesimin ve bazı güçlü müteahhitlerin en çekindiklerinden...

HEM ALEVİ HEM SÜNNİ
× Nerelisin? 
Kırmayım aslında, yani melez. Fatih, Çarşamba'da doğdum. Türkmen asıllı olduğumu söylediler. Bir tarafımda Alevilik, diğer tarafımda Sünnilik var. 

× Nerede okudun, nasıl başladı sendeki değişim?   
İmam hatip okumadım, o konuda biraz şanslıydım ama Kur'an kursları gibi eğitimlerin hepsinden geçtik sırayla... O dönem İran İslam devrimi sürecinde 'İslam'da eşitlik' adlı çok ciddi bir perspektif inşa eden Ali Şeriati'yi takip ederken, arkadaşlar vasıtasıyla Sosyalist Yayınevi'nin sahibi Hasan Basri Gürses'i tanıdım. Tüm kırılmalar o zaman başladı. 

× Şu, Antikapitalist Müslüman Gençler olarak 1 Mayıs'a katılma meselenizi anlatır mısın, nedir aslı? 
Esra Elönü gibi arkadaşlarla beraberdik bu filizlenme sürecinde. İslam ve sosyalizmi sentezleyerek yeni bir şey çıkarmaya çalışmadık. İslam otoriteye itiraz açısından anarşizme daha yakın bir din. Ama bu harekette kapitalizmin etiketleme alışkanlığından bizi reyon malı gibi görüp Marksist İslam damgası bile vurmaya kalktılar. 1 Mayıs ise işin olgunlaşmış hali. Öncesi olan bir süreç...  Antikapitalist Müslüman Gençler seslerini daha da duyuracak. Türkiye bunlara alışkındır ama toplumumuz balık hafızalı neticede.

× Neden balık hafızalı? İki olgudan dolayı... İlki darbe dönemleri ve yarattığı büyük travmatik geçişler, ikincisi de kapitalist düzenin en önemli araçlarından biri olan medyanın gündemi belirlemesi. Adamın birinin seks kaseti çıkıyor. Hakkında 3 gün konuşuluyor ve unutuluyor ama kasetin çıkma nedeni bir türlü sorgulanmıyor. 

İSLAM VE KOMÜNİZM
× İslam'ın politikayla ilişkisini nasıl görüyorsun? 
Mescitler komünizmin beşiğidir. Bugün İslam, dünyadaki politik ve siyasal sahnede bir yerde duracaksa eğer, ekonomik ve politik açıdan komünizme, otoriteye itiraz bakımından da anarşizme yakındır. 'La ilahe illallah' lafzını söyleyen herkesi anarşist yapar. Bizim ilahiyatçıların tartışmadan kaçması bu nedendendir. Artık Allah dışında, gözle görülür her şeyin inanç kapitalizminde belirleyici olması anlam kargaşası yaratıyor.

× Sen de benim gibi baskılara maruz kalıyorsun. 'Onu dedin, bunu dedin' diye davalar açıyorlar. Sence söz ve düşünce mi cürüm, yoksa tecavüz, dolandırıcılık, hırsızlık, darp cinayet mi? Gel biraz ezber bozalım, fuhuşu konuşalım. Toplumda erkek ve kadının gayrı ahlaki ya da gayrı resmi yaptığına zina derler. 

FUHUŞ ÜLKESİ OLDUK!
× İyi de zina suç olmaktan çıkmadı mı zaten? 
O işin başka boyutu. Kadın erkek arasındakini suç olmaktan çıkardı ama Kuran'ın esas zinası o değil. Fuhuş kelimesi, ki biz günümüzde fahişe deriz, aslında 'haddini aşan' demektir. İnsanın doğaya hükmetme çabası, bir grubun diğer grubu egemenliği altına alma çabası Arapça'da fuhuştur. Bu nedenle Türkiye bir fuhuş ülkesine dönüştürüldü. Bir kavram daha devreye sokalım; 'cenabet' kavramını. O da cinsel ilişki sonrası yıkanmamış insan olarak bilinir. Kuran'ı, tüm kavramlarına tecavüz ederek bir tapınak kitabına dönüştürdüler. 'Cenab-ı Allah' deriz mesela, 'cenab' ile 'cenabet' kelimesinin kökü aynıdır. 'Cenab',  her türlü noksanlıktan uzaklaşan adam demek, cenabet ise akıldan uzaklaşana verilen ad. Bu sadece şehvet yoluyla olmaz; koltuk ve mal mülk sevdasıyla, saltanat yoluyla da olur. Ben  konuşunca dava açılıyor. Türkiye'de Başbakan'ın aleyhine karar verecek mahkeme kaldı mı? Mülkiyetçi paradigma koltuğu kaptığı an etrafına çit çeviriyor. Halbuki Mekke'de okunan Kuran'ın ilk 35 suresi sadece mülkiyet üzerinedir. Nasıl olur da bu kitaptan kapitalizm çıkar?

× Şapkadan tavşan çıkaranlar da var! Eskiden silindir şapkaydı siyaset, şimdi takke... Gelecekten umutlu musun? İnsanlıktan umutlu değilim ama tabiattan umutluyum. Kuran'daki kıyamet sahneleri bir kaosa işaret ediyor. Ama kıyamet alametleri 'Gök yarılacak' gibi öngörülerden, Mekke'nin fethine kadar geliyor. Köleler, yalınayaklılar, mazlumlar, çorapsızlar hesap soracak... Fetih sonrasındansa hiç bahsedilmiyor. 

× Mekke demişken, fetih tarihi 10-11 Ocak ama 31 Aralık'ta kutlamalar yapılıyor. 50 katlı jakuzili lüks oteller Kabe'ye kibirle tepeden bakarken 7 yıldız önünde Bangladeşli hacılar açlıktan ölebiliyor. Neden tüm bunlar? Mecliste Hıristiyan, pazarda Yahudi, camide Müslüman... Ömrümü Kuran'ı okumak üzerine kurdum ve bu konuda 7 kitabım var. Bugün yapılan Hac ibadet değildir. Adı çöl turizmidir. 'Rezidans alana umre bedava' afişleri var sokaklarda. Bunlarınki Hacıbektaş fıkrasına dönüştü; cenneti meyhane sayıyorlarcasına...  

EMEVİ HANEDANLARI...
× Söz Kuran'dan açılmışken; Türkçe Kuran okumak daha mı az sevap? 
Kuran'la birlikte 'telaffuz' kelimesi hiçbir zaman anılmaz. Bu yüzden Kuran'ın lafzını ezberden tekrar etmenin hiçbir sevabı yoktur. Eğer bu paradigmada topluma dikte edilen zihniyeti görürsek, Peygamber'in Mekke'de yapmış olduğu devrimi ortadan kaldıran bir Emevi hanedanlığı üretiminin söz konusu olduğunu anlarız. Böyle zihniyetler peygamber torunlarını Kerbela'da katlederek İslam'ı bir saltanata dönüştürmüşlerdir. 

× Günümüzde insanları koruyan hukuk sistemleri var; demokrasi sunan ve güya hak ve eşitliklerden yana adaleti sağlayan...  Yoksulluk sınırının altında işçisine maaş veren bir adamın kıldığı namaz, Maun Suresi'ne göre lanetli bir namazdır. Surede 'Lanet olsun onun namazına, o yetimi kerimleştirmediği için' der. Yetim sözünden 'annesi babası olmayan' anlaşılmamalı. Kuran-ı Kerim'e göre toplum bireylerin ana babasıdır. Bin tane akrabası olduğu halde bankadan borç almak zorunda kalan adam Kuran'a göre yetimdir. 

× Bir de zekat meselesi var. Mesela zekatın miktarını Diyanet belirliyor, hatta antetli zarflar dağıtıyor... Düşün ki camiye yoksul bir adam giriyor ve çıktığında hala aç. Artık orası Allah'ın değildir. Kuran'da '40'ta bir' zekatı ima eden hiçbir ibare olmamakla beraber yüzde 49 veren dahi eleştirilir. Aslı yüzde 51'dir. Kenarda tutulan maldan en az yüzde 51 verilir. Kuran mülki eşitlik zemini üzerinde durur. Ama birilerinin çit çevirdiği yerler olunca, hemen uydurma hadislerden bir oran çıkar karşımıza ve herkes kendine çalışır. 

× O yüzden mi Kurban Bayramı'nda derin dondurucu satışı patlıyor artık? O da başka bir hezeyan. Kuran'da 'kurban' hayvan kesmek manasına gelmez. 'Kurb' kökünden gelir, Allah'a yaklaşmak demektir. Kuran'da yetime ve fakire yaklaşmak anlamında da kullanılır. Bunu söylediğimizde 'Kurbanı inkar ediyor' diyorlar. 

KEFEN DEFİLESİ YAPILIR
× Son olarak 'moda ve İslam'ı konuşalım. Birileri 'Kefeni gömlek diye giydik'  bile dedi.
Kefende dikiş olmaz ki. Diyanet'e sorduğumda 'Dikiş olmaz, pamuk, ipek ya da yün olur' dendi. Yakında dikişli nakışlı kefenler mi göreceğiz bu vahşi ekonomik ortamda? 
Olasıdır. 'İslamcı' denen kesim AK Parti iktidarına kadar Kemalizm'i Batı modeli olarak gördü. Moda akımlarına hep ateş püskürdü. İslam'ın modernizmle olan kavgası başörtü kavgası olarak ortaya çıktı  ve modernizm İslam'ın altına girdiğinde bizim İslamcılar postmodern oluverdiler. Peygamber'in tüm öğretileriyle bu kadar kavga ederek mızrağın ucundaki toplumun kefenine cep bile dikerler. 

× Ne yani kefen defilesi mi yapılacak? Yapılır tabİi. Bugün defile sahnelerinde namaz kılınıyorsa iş seremoniye dönüşecek ve bir devlet adamı geldiğinde 'Haydi bu da namaz ekibidir' diye protokole ekip çıkarılacak. Namaz eşitliğin sembolüdür. Cemaat halinde kılınmasının sebebi melekleri selamlamak değil cemaati selamlamaktır. 
Yanık sesli bir ezan başlıyor, köprünün led ışıklarının henüz yandığı İstanbul Boğazı'nda... Göz göze yaptığımız sohbetin belli ki tadı damağımızda kalacak. Yanımızdan sarmaş dolaş gençler geçiyor; pahalı çantalı, ipek eşarplı, sürmeli... Bir yanımızda yere çömelmiş, yaşlı bir kadın dilenci... Yoğun trafikte dört çeker en lüks araçlar; kafamda binlerce soru birbirini parçalar... Eren'le birlikte yürüyoruz otoparka, elde izmarite dönüşmek üzere olan bir sigara...
 

1 Ocak 2013 Salı

VUR EMRİ KİMDEN, NEDEN?


Nasılsa bulunmayacak...
Moda Dünyasında ikinci tost vakkası

Kimi, iki kontöre tostunu yer arkadaş bekler, kimi de elde tost ayran dayak yer. İşte modanın iki yüzü!

Ilık bir kış gecesi. Erol Köse ile 2 saatlik canlı yayın sonrası, kanalın arabası yanımda Berna Öztürk olduğu halde, beni Galatasaray'a bırakıyor. Henüz saat 01 suları. İstiklal'in kırık dökük caddesinden, Fransız konsolosluğunun sokağına dönüyorum. Hep gittiğim lokalde servis elemanı olarak çalışan genç delikanlının doğum günü var, biliyorum. O delikanlı ki, saygı ve sevgisine kısıtlı imkanlarını katık edip, bana sevdiğim cep mendillerinden armağan etmiş... Lokalin balkonunda laflıyoruz, gelene gecene gülümsüyoruz. Gece ilerliyor. Birkaç dost ile yıkıntıya dönmüş Tarlabaşı Bulvarı'nı sağ salim geçip, Talimhane'ye ulaşıyoruz. Saat ilerlemeye devam ediyor. Moda, zamanı dinlemiyor. Cumhuriyet Anıtı'nı cep telefonumla resimleyip, Taksim büfelerinden birine giriyorum. Bir kaşarlı tost ve bir ayran istiyorum. Hazır olan siparişime uzattığım 20 lira reddedilince çok bozuluyorum. Büfeci, "Senin gibi aykırı adamdan para almam abi, seni sayıp seviyoruz" diyor. Israrla ödemeyi kabul ettirdiğimde, geriye 10 küsür lira uzatıyor. Geç saatte cüzdan çıkarmak istemiyorum cebimden, elde kalan para üstü taksicinin kısmeti geçiyor içimden. Evim yürüyüş mesafesi olduğu halde, hemen karşı kaldırımdaki taksiye atlıyorum. Elde tost ayran, Alman konsolosluğu önünden 300 metre kapı önüne yol alıyoruz. Tam kapımının önünde, bir de çöp kamyonu olunca hemen yavaşlıyoruz. Güleryüzle iniyorum arabadan tost ve ayranım elde, bir de elde süpürge taşarın işçi asfalt üzerinde. İyi geceler diyorum yüzümdeki gülümseme ile.

Anahtarımı çıkarıp, bina kapısına takıp çevirdikten sonra kulptan itiyorum usulca.
Tam o anda iki karaltı geliyor, kara gömlek giymiş karanlığın en dibinden. Bir anda sırtıma bir diz darbesi, yere düşünce de gecikmiyor kösele tabanlı tekme yüzümde, vahşiliği görülesi.

Duyduklarımı duydunuz zaten her yandan; ama embriyo olup kapanıyorum 12 saniyede 15 tekmenin acısına korunmak içgidüsü içimde, vahşete aldırmadan.

Göz açıp kapayana kadar geçiyor kabus, parka doğru kaçıyor iki yobaz deyyus. Kanlar içinde doğruluyorum yerden. Hemen çöpçüye bakıyorum, soruyorum; "Yardım etmiyorsun neden?" 
Usulca biniyor kamyona, umursamazca birkaç manevra ile ayrılıyor yokuş aşağı karanlığa. Kapımın önündeki perde açılıyor, caddeyi görüyorum ama karanlık değil; mesele bağnazlıktan böğürüyorum. 
Hemen 155'e telefon ve adres, ardından dairelerin zilleri. Bir anda karışıverdi ortalık yeri. Epey dakika sonra arıyor polis geri; "Biz Alman konsolosluğu önündeyiz, olay yeri neresi?"

Bir bakıyorum, ayran saçılmış, tost ise ekmek kapım olan dükkanımın camına yapışmış.

Ver elini, Taksim İlk Yardım. Sonra, zabıt için karakola da uğramak lazım. Alel usul sathi müdahale, ardından tek başıma taksiyle ulaşıyorum Karaköy'e... 
Tekbir, tekdir iş karışmış; uyarı yapan kösele ayakkabı tostumu benden almış...

Sorgu sual, ekip teknik takip. Yorgun, darbeli ama hala aklım kendime sahip. 
Tam yanımız Makina Kimya Endüstrisi cephanelik merkezi ama kameraları çalışmamışmış, o an anlamadım bu işi. Tam karşımda teknik üniversite ve askeri hastane; onların da kamerası yok, bizi gören kim acaba beyhude...

Neyseki bina da kamera var ama kamera olsa ne yazar...

Tostum kaldı dükkan camında, ayran yayıldı kaldırım sathına eşlik eden kan lakeleri her yana...

Ne şamatacı, ne tinerci, ne de yankesici bu defa... 
Hey 1 numaralı abi, neden vur emri verdin bu ara?

O kan bayrak rengi, formam olur; açtığın yara da onur madalyam!!!
Şiddetini de seni de asla ciddiye almam.

Nasılsa bulunmayacak failler ve nasılsa korkmayacağız yine...
İşte sırf bu yüzden, bir kez daha selam olsun Hasdal'a, Maltepe'ye Metris'e ve Silivri'ye...

Dil Dursa Parmak Diker - Misilleme



Özellikle son dönemdeki olaylarla beraber Barbaros Şansal'ı tanımayan da konuşmayan da 

kalmamıştır …

Nam - ı diğer "Terzi Yamağı".

Aslında Barbaros Şansal hep aynıydı.

Fakat, hem ülkedeki "ötekileştirme" nin son 10 yılda hız kazanması,

hem de bazı kişilerin gereken sorumluluğu almaması,

O'nu daha fazla öne itti.

O da bu sorumluluktan kaçmadı.

Varlığı turnusol kağıdı görevi görüyor, görecek de.

Kişilerin samimiyeti, teraziye konuyor "terzi yamağı" sayesinde.

Terzi yamağı sökükleri dikerken, dikikleri de söküyor tek tek,

hiç üşenmeden…

İşi bu zaten!

Son dönemde hükümetin açık hedefinde.

Ve bunu açık seçik yapamayacakları için, tercihlerinden, bel altı muhabbetlerden vurmaya çalışıyorlar ancak.

Demek ki birileri "bel altı vurma" yönteminin yaptırımından faydalanmışlar ki, kendileri de aynısını kullanıyor.

***

İşte yine bir atışma, yine bir kapışma...

Öncesinde Terzi Yamağı’ndan hazzetmeyen bu kişi kendi paylaşımlarına göre,

Ak Parti İstanbul İl Yön. Kur. Üyesi / Siyasi Hukuki İşler Komisyonu 3.Bölge Bşk.,BBSK YK Üyesi, MARED YK Üyesi.

Önemsemekte fayda var (!)

Hatta laf söylerken düşünmekte de…

Ama bizim yamakta bu "düşünce(!)" nerede?!


***

Diyalogun tamamı şu şekilde:

Yavuz Değirmenci
Barbaros Şansal adlı ahlaksızı Ülke Tv’de görmek istemem. Ulusal Kanalda söylediklerinin hesabını versin

Barbaros Şansal:
Yavuz bey Aziz Nesin’in “Namus Gazı”nı okumalı.. Ahlak için !

Yavuz Değirmenci:
Saddam'ı astılar Kaddafi'yi lağım borusunda öldürdüler, Tayyip Erdoğan'ı da halletsinler derdin bu muydu? bu millete ekran başında yabancı güçlerin işgalini canlı yayında istemek ahlaksızlığın dibidir!

Barbaros Şansal:
Sayın Başbakanın adını siz uydurup hedef gösterdiniz şu an savcılığa vereceğim tüm kayıtlar ile sizi !

Yavuz Değirmenci :
Bu adamı Ülke Tv'ye çıkaracaksanız, 28 Ekimde Ulusal kanaldaki sözlerinin hesabını da sormanızı istiyorum

Yavuz Değirmenci:
Ersoy Bey sizden rica ediyorum o programı bulup çıkarın ve izleyin. hakem olun yanlışsam özür dileyeceğim.

Ersoy Dede:
Konumuz o değil ama elbette sorarız. Herkesin her soruya da vereceği bir yanıt vardır. Kızmayın

Barbaros Şansal :
Ombdusman olsa fark etmez .
Patriotlar patrik rasmussen ve USA ! biz davet etmedik asla !
talihsiz sarfiyatınızı Mustafa Karaalioğlu okusaydı çok üzülürdü SN DEĞİRMENCİ

Yavuz Değirmenci :
inşallah Irak ve Libya'dan sonra 3. İşgal Türkiye'ye yapılır dedin mi demedin mi? Kıvırmadan söyle

Barbaros Şansal :
Doğru uslubla konuşmadığınız müddetçe cevap vermem takiyye cehaletine , kayıtları var konuşmamın .
Ama nem kapmış içinizdeki irin
Bu yazışmaları kopyalayıp sn Hayati Yazıcı beyefendiye de ileteceğim zaten

Yavuz Değirmenci:
sen bu ülkenin Irak ve Libya gibi işgal edilmesini savun, sonra zeytinyağı gibi laf ebeliği yap!

Barbaros Şansal:
Ben “ demokrasi Saddam’I su çukurunda Kaddafi’yi de lağım çukurunda buldu. 3. leşini de bu topraklardan çıkarır” dedim. Siz demek Sn Başbakanı hem leş hem de diktatör olarak algılıyorsunuz . nokta !!!

Yavuz Değirmenci :
sonundaki inşallah'ı koymazsan ifadede sorun kalmıyor tabi. Uyanık seni!

Barbaros Şansal:
adabı muaşeret fakirisiniz !

Yavuz Değirmenci:
Ben adabı herkese gösteririm, kusura bakma milletimin işgale uğramasını isteyene nazik olmayı midem kaldırmaz

Barbaros Şansal:
adab ve edep ve mide ? üç nokta !

Yavuz Değirmenci
kendine çok güveniyorsan gel beraber izleyelim...kime iletirsen de ilet böyle ucuz işlere prim vermem

Barbaros Şansal:
Mertebenizde beyefendi üslubu olsaydı her platformda konuşurdum sizinle . bu yazışma önünüze gelecektir

Yavuz Değirmenci :
Sen hala beni tehdit etmek ezikliği ile mi meşgulsün! Bu ülkenin işgalini savunmak kolay mı sanıyorsun?

Barbaros Şansal:
Benim Sarıkamış şehidi dedem var. Tüm ailem asker ve bu ülkeyi sizden çok daha iyi savunduğum ortada. Tehdit de etmedim ama AK partiye zarar veren üslubunuz düşündürücü..

Yavuz Değirmenci :
Senin aileni sorgulayan olmadı. 29 Ekim öncesi Ulusal kanaldaki sözlerin mevzuu. TR'nin işgalini istedin

Barbaros Şansal:
dvd yi yolluyorum hatta izlediğiniz kanal @ulusalkanal olduğuna göre ülke tv den de yayınlanır.
ombdusman olsa fark etmez. Ben çaycıma bile siz diye hitap ederim ayrıca !

Yavuz Değirmenci:
Hala edebiyat… neyse ben derdimi söyledim benden çıktı. sen de git kime ne istiyorsan onu anlat

Barbaros Şansal:
lütfen her zaman wc 'yi de bulmak istediğiniz gibi bırakınız teşekkürler :)

Yavuz Değirmenci:
temiz bulmak isterim tabi ama sizin gibi insanları orada sürekli görüyoruz ıslah formülünü bulamadık

Barbaros Şansal:
Umumi tuvalet kullanmam ben özür dilerim karıştırdınız demek !
Stres geçiren ülkemizde sizi anlayışla karşılıyor ve aileniz dahil olmak üzere hayırlı seneler diliyorum

Yavuz Değirmenci:
Biz stres geçirmiyoruz. Siz ülkenin işgal edilmesini istiyorsanız daha çok stres yaşarsınız.

Barbaros Şansal:
Tüm sevdikleriniz ile nice mutlu yıllara.. malum miladi takvime göre bu ülkede ekonomide kazanılan para …

Yavuz Değirmenci:
Ben ülkemi ve milletimi seviyorum,sen işgal edilsin istiyorsun. ya özür dile ya da bu ahlaksızlık seni ömür boyu takip eder!


...


Yavuz Değirmenci
tecrubelisin bu konuda ama biz o seviyelere inemiyoruz. sutu bozuklarin dünyasına yabanciyiz

Barbaros Şansal
Sütü bozuk hakarettir emsal vereceğim 9 asliye hukuğa ankara davasına !

Yavuz Değirmenci
sana demedim AMA ustune alinmakta serbestsin, dava acmazsan namertsin.

Barbaros Şansal
kullanılan kelimeleri en son vat 69 adlı eşcinsel barındaki kulanparalardan duymuştum 80 öncesi . demek aynıyız

Yavuz Değirmenci
Neyse bir pislige fazla prim verdim, dostlarim uyarıyor. temiz sut al bu akşam ahlakina iyi gelir.

Barbaros Şansal
sayenizde tetra paka muhatcız beyefendi !




***

Konuşma belli, zihniyet belli.

Bazı kişilerin herkese karşı bu kadar "sorgucu", "güvensiz", "saldırgan" olduğu yerde,
esas sorgulanması gereken davranış sergileyenlere karşı olan tutumları,

hatta "biat"ları,

tamamen "duygusal" olsa gerek.

Başka türlü "mantık eksenli" bir açıklaması olabilir mi bu yaklaşımın?

...

***

Terzi Yamağı yamadı yine, sökükleri.

Onun tercihlerinden dahi rahatsız olanlar, üstüne bir de laf yiyince,

Ortalık da kirlenince,

Farz oldu çekmek sifonu,

sesi kaldı geriye!

Sıradaki "yarışmacı”

çıksın şimdi bir adım öne.