Pembe ev
Demir parmaklıklara hapis pembe ev
Tur otobüsünde sırasıyla balık pazarını, kapalı çarşıyı, İshak Paşa Camiini, Yahudi hamamını, Abdülmecit'in evini ve Suriçi Mahallesi'ni de gördükten sonra otobüs yavaşça yokuş aşağı gezisine devam ediyordu.
Tur otobüsünde sırasıyla balık pazarını, kapalı çarşıyı, İshak Paşa Camiini, Yahudi hamamını, Abdülmecit'in evini ve Suriçi Mahallesi'ni de gördükten sonra otobüs yavaşça yokuş aşağı gezisine devam ediyordu.
Muavine daha önce söyledğimden, 11. durakta, aradığım bölgeye geldiğimi söyleyerek beni uyardı. Üstelik elimden tutarak inmeme de yardımcı oldu, Zaten gezi boyunca, sık sık elindeki kitaptan bol bol tarihle ve paşalarla ilgili bilgiler de vermişti. O gülen gözlü, temiz elli, işinin uzmanı bir tur rehberiydi. O gün sadece. karşıya geçmek için önce yaya geçidine uzandım, ilk soldan sapınca artık aradığım mekandaydım...
O da ne?
Metrelerce yükseklikte koyu yeşil demir duvarlar içinde kurşun geçirmez kalın kalın levhalar gördüm, aralarından belki bir şey görürüm diye boşuna göz süzdüm. Önümdeki köşede bir otobüs kalkanlı polis, diğer köşede ise 2 otobüs polis de saf tutmaktaydı, gerçekten şaşırdı iki faltaşı gibi gözüm. Binayı görmek mümkün olmadığından apartmanların arasına sıkışmış kalmış yan sokağa büküldüm. Her yerde vardı teknik takipli kamera hatta bir de zırhlı kulübe sağ köşenin tenhasında...
Ana kapıya ulaştığımda çaresizce polise yönelerek içeri girip giremeyeceğimi sordum. Bana, "Zile bas, alırlarsa girersin" dedi ama buna epey üzüldüm. Henüz elimi zile uzatıyordum ki, içeriden kamera görüntülerinden olsa gerek bir otomatiğe basıldı ve genç bir bey beni kapıda karşıladı.
"Hoş geldiniz Sayın Şansal. Evi mi görmeye geldiniz?" "Evet" dedim şaşkınlıkla. Öndeki konsolosluk binasından eski evi ayıran diğer demir parmaklıklara bakınca, bir genç hanıma haber verdiler. Ancak bahçeden bakabileceğimi söylediler. Derhal çıktık, Kıbrıs şiveli mihmandar genç bayanla bahçeye. Tam da o pembe boyalı evin arka cephesinin önünde... Bir de resim çektirdim telefonumla hemen, bu arada öğrendim Amerikan Büyükelçiliği'nden sonra en önemli korunanın konsolosluğumuz olduğunu hemşireden... Geçen yaz başlamıştı tadilat. Bu yıl 10 Kasım'da dış cephesinin açılışı yapılmıştı, malum zatlarla bizzat. "Belki bu yaza açılacak içerisi" dedi. "Kültür Bakanımızda dün değişti, umarım daha önce biter" diye de ekledi. Tarifi imkansız bir duygu karmaşası içindeydim. Makedonya'nın tam göbeğinde bir yerlerdeydim. Artık, teşekkür edip ayrılma vaktiydi... Ön cephesini bile görememiştim pembe evin. "İyi ki doğdun" demekten başka söz geçemedi şaşkınlıktan beynimden. Ağır, çelik kapıdan çıktığımda Karlowy Varideydi özlemim. Çek Cumhuriyeti'ndeydi çünkü Ata'nın yemek yediği Lipp restoran.
Oraya da gitmiş, aynı masada yemek yemiş, onun izinden giderken "Şerefine Atam" demiştim... Her adımımda, senelik izinde olmadan iz bırakan Liderimi gerçekten çok özlemiştim.
Bilinçsizce vurdum kendimi sokaklara ziyaretin ardından. Atatürk’ün doğduğu evin nasıl olur da bu durumda kaldığını anlayamadan. Selanik biraz daha karardı gözlerimde. Hele uçağa binerken havalimanında elime geçen gazetede, eski Selanik'teki camileri, evleri gayet net 1890 fotoğrafları ile görünce... İç pilavda da vardı restoranlarında, baklava da, saray köftesi yanında cacık da. Ama kalmamıştı eserlerden esame, bitmiş silinmiş gitmiş Osmanlı zamanıyla...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder