Barbaros Şansal, bu hafta Ayaspaşa, Ömer Avni Mahallesi Muhtarı Ayşen Bingöl’le buluştu, İstanbul’un en değerli binalarının bulunduğu Taksim’in yapılaşma sorunlarını ve ‘kadın muhtar’ olmayı konuştu.
BARBAROS ŞANSAL
barbarossansal57@hotmail.com
barbarossansal57@hotmail.com
O gün; yurtdışında olduğumdan muhtarlığa bırakılan gereksiz bir dava celbini almak için İstanbul Ayaspaşa’da, Ömer Avni Mahallesi’ndeki muhtarlık bürosuna gittim. Ayşen Bingöl, o mahallenin muhtarı. Genç yaşta hayat mücadelesine girmiş, iki çocuk annesi kadın muhtarımız İstanbul’un göbeğinde tek başına adeta bir abide gibi duruyordu karşımda. Çağdaş Türk kadınının en güzel örneklerinden biriydi benim için…
- Nasıl muhtar oldun?
Burada doğdum, burada evlendim. Anlayacağın bu mahalleden hiç ayrılmadım. Eski muhtarımız ölünce atanarak bu göreve getirildim. Geçen seçimlerde de adaylığımı koydum, yüzde 90 oy alıp görevde kalmaya devam ettim.
- Hayatın bu mahallede nasıl geçti?
1986’da Avusturya Lisesi’nde öğrenciydim; babamın ölümüyle okulu bırakmak zorunda kaldım, para kazanma derdine düştüm. Küçük bir esnaf lokantam var; babamın da bakkalı vardı. Önceleri baba mesleğini sürdürüyordum. Tam karşıma bir zincir market açılana dek de sadece bakkallık yapıp hayatımı kazandım. Sonra işler, rekabet halleri yetişemi-
yorsunuz haliyle; kapattım.
- Peki, geçindiriyor mu muhtarlık?
Ayda 330-350 lira ödeme yapılıyor devlet tarafından. Bir de internetimiz ödeniyor hepsi bu. Sadece ikametgâh ve nüfus sureti verebiliyoruz 5 liraya ama kaymakamlıklar ücretsiz vermeye başlayınca insanlar haliyle buradan almayı tercih etmiyor. Bir de tebligat takipçiliği yapıyoruz yani postacılık. Eğer resmi ibrazlar sahibini bulamazsa bize bırakılıyor “Arayın bulun” diye.
- İyi de bu parayla nasıl döner muhtarlık bürosu?
O yüzden bizim emektar bakkalı lokantaya çevirdim ya… İki de yetişkin kızım var. Biri üniversitede yüzde 50 burslu okuyor. Babalarıyla ayrıyız. O da üstüne düşen görevi yapıyor olsa da gençlik işte, lüks ve asude bir semtte yaşayınca göz görünce gönül istiyor hep. Buradan kazandığımı hem muhtarlığa hem de çocuklarıma yatırıyorum. Kopup gidemem doğup büyüdüğüm mahallemden.
Burada doğdum, burada evlendim. Anlayacağın bu mahalleden hiç ayrılmadım. Eski muhtarımız ölünce atanarak bu göreve getirildim. Geçen seçimlerde de adaylığımı koydum, yüzde 90 oy alıp görevde kalmaya devam ettim.
- Hayatın bu mahallede nasıl geçti?
1986’da Avusturya Lisesi’nde öğrenciydim; babamın ölümüyle okulu bırakmak zorunda kaldım, para kazanma derdine düştüm. Küçük bir esnaf lokantam var; babamın da bakkalı vardı. Önceleri baba mesleğini sürdürüyordum. Tam karşıma bir zincir market açılana dek de sadece bakkallık yapıp hayatımı kazandım. Sonra işler, rekabet halleri yetişemi-
yorsunuz haliyle; kapattım.
- Peki, geçindiriyor mu muhtarlık?
Ayda 330-350 lira ödeme yapılıyor devlet tarafından. Bir de internetimiz ödeniyor hepsi bu. Sadece ikametgâh ve nüfus sureti verebiliyoruz 5 liraya ama kaymakamlıklar ücretsiz vermeye başlayınca insanlar haliyle buradan almayı tercih etmiyor. Bir de tebligat takipçiliği yapıyoruz yani postacılık. Eğer resmi ibrazlar sahibini bulamazsa bize bırakılıyor “Arayın bulun” diye.
- İyi de bu parayla nasıl döner muhtarlık bürosu?
O yüzden bizim emektar bakkalı lokantaya çevirdim ya… İki de yetişkin kızım var. Biri üniversitede yüzde 50 burslu okuyor. Babalarıyla ayrıyız. O da üstüne düşen görevi yapıyor olsa da gençlik işte, lüks ve asude bir semtte yaşayınca göz görünce gönül istiyor hep. Buradan kazandığımı hem muhtarlığa hem de çocuklarıma yatırıyorum. Kopup gidemem doğup büyüdüğüm mahallemden.
HER YER OTEL, PANSİYON
- Peki, kadına şiddetin bu kadar arttığı, günde bir ya da iki kadının öldürüldüğü ülkemizde, hem de Taksim’in göbeğinde zor değil mi?
Biz 1. Bölge olarak çok şanslıyız, Beyoğlu 2. Bölge bahtsız bir bölge maalesef. Hem fakirlik var hem de eğitim sorunları… Üstelik çoğunun konutları kentsel dönüşüm nedeniyle yıkılacak ve hepsi de kim bilir nerelere uzaklaştırılacaklar. Burada bile binaları otele, pansiyona çevirmeye başladılar; bu da aslında epey güvenlik sorunu yaratabilir ileride. Buralarda herkes birbirini tanır, bilir. Sonra başkalaşacak çok aşikâr.
- Ben de bu mahallenin sakiniyim ama nasıl bir mahalle aslında burası?
Çok eğlenceli bir mahalledir. Belki de Türkiye’de tek kurtarılmış bölge denebilir. Tarihi Yarımada’dan Boğaz’a, Üsküdar’dan Adalar’a tam bir panorama olan bir yamaç… Latife Hanım’ın köşkü de, Katolik Süryani Kilisesi gibi çok özel mekânlar da saklı sokaklarında… Üstelik her kesimden insan var. Akademisyenler, tiyatrocular, milletvekilleri, öğretmenler, aktörler, balerinler hatta sizin gibi modacılar da var. Devlet memuru da var emekli de hatta işçi, öğrenci de... Ancak bu yıl rayiç bedel adı altında yeni değer tespitleri yapılacak. Şu küçük dükkâna bile ayda 600 lira öderken, belki de 3 bin lira ödeyeceğiz. Yani esnafın, orta hâllinin, fakirin varlığı istenmiyor artık kent merkezlerinde. Gelsin tanımadığımız Suriyeliler, Araplar, İngilizler… Yeter ki para gelsin, biz bina yapalım. Lüks satalım, vergi ve haraç alalım. Yetiyor sanılıyor ama bir fincan un lazım olsa akşam kapı duvar. Çoğu çalışandır mahallemizin, o yüzden hırsızlar gündüz gelir buralara.
- Evet ama bir de Ömer Avni Parkı, Park Otel inşaatı gibi hançerler de var böğründe bu bölgenin...
Ömer Avni Parkı birinci derece SİT alanıdır. İçeride bir metruk ev var. Komili Ailesi’ne ait. Çocukluğumda oturuyorlardı orada ama yolu olmayan bir yerdir. Tinerci, tecavüzcü, yan kesici gırladır oralarda. Üstelik parkın bir bölümündeki, yani o metruk evin hemen önündeki tarihi yapı, belediye tarafından kiralanarak kahve yapıldı. Ama saraya bakan kısmına… Gerisi zaten kimin umurunda? Siz de saldırıya uğradınız ya burada. Neyse ki artık mahallemizin ara sokakları, ana caddelerden daha güvenli. Ama tünel inşaatı yapılınca 6-8 metresini kesip aldılar canım yeşil Ömer Avni Parkı’nın. Dava açıldı ve kazanıldı ama mahkeme “Gitmiş artık yapacak bir şey yok” dedi. Park Otel ise zaten yıllarca süren başka bir utandırıcı mesele… Ayaspaşa Güzelleştirme Derneği başardı koca gökdelenin kaçak katlarını yıktırmayı, ancak şimdi nasılsa bir sokak ve bir sürü de eski binayı yutarak bloklar zincirine dönüştü. Yıllardır toz duman çimento püskürttü. Bir de eski bir fabrika olan Akbank binası vardır İTÜ’nün karşısında. Şimdi otel oluyor ama deprem güçlendirme yazıyor tabelasında. Süzer Plaza ise özel kanunla belediye sınırı değiştirilerek kurtarıldı yıkımdan.
Bir an gözümün önünde canlanıyor tüm bu çirkinlik abidesi binalar. Arada birkaç cumbalı ev ve birkaç kagir art-deko hâlâ gönlüme taht kuruyor. Nedir bu rantiyenin doymak bilmez şehveti ve arsızlığı derken aklıma geliyor, ‘engelli geçişi’ diye kırık dökük sarı benekli taşların döşendiği ihaleler. Tabii yersen ama “Kefenin cebi yok beyler” derler.
- “Mahallenin muhtarı mısın?” derler; her şeyi bilir misin buradaki?
Aklınıza gelecek her şey için telefon açılıyor. Yolda karşılaşınca da yılların verdiği samimiyetten hep sohbetler koyulaşıyor.
- Mahallemiz çok yokuşlu, çok dik ve tarihi bir bölge. Beyoğlu Belediyesi’nin hem Şişli’ye hem de Beşiktaş’a sınırı olan tek yeri. Ama ben çok ihmal edildiğini düşünüyorum. Yollar, kaldırımlar rezil durumda. Hele de değnekçi şirketler! Kaldırım önlerini parsellemişler. Afet nedeniyle, park yasağı olan İnönü Caddesi’ndeki durum içler acısı. Neden biz üvey evlâdız?
Beyoğlu Belediye Başkanı Misbah Demircan seçilerek göreve geldi. Sorunlarla ilgili ulaştığımda bana, “Çalışma şevkim kırılıyor orası için” dedi. Bir şey yapmaya kalktığında hemen tepkiyle karşılaştığını söyledi.
- Neden? Bu bölgenin onun kayıtlı olduğu siyasi partiye oy vermemesinden mi kaynaklanıyor bu durum?
Mahalleli de haklı biraz. “Şimdiye kadar neredeydin?” diye soruyor Başkan’a. İki dönemdir başkanlık yapıyor ve bunca yıl sonra ilk kez Kabataş’tan İnönü Caddesi’ne çıkan yokuşu yaptı.
- Evet, ama Yoğurtçu Sokağı’ndaki tarihi duvar ve merdivenler imha edildi ve yerine de koca bir kazulet, ucube mimarili bir otel konulabildi.
Aslında o merdivenler çok daha güzel olacaktı ama otelin garajına araba giriş izni vermedi mahalleli, imzalar topladı ve Ankara Anıtlar Kurulu’na dek ulaştırdı. Sonunda da başardı ama bu sefer, otelciler aralardaki arsaları da alıp bahçeleri imha edip başka bir sokaktan birleştirdiler.
- Peki, kadına şiddetin bu kadar arttığı, günde bir ya da iki kadının öldürüldüğü ülkemizde, hem de Taksim’in göbeğinde zor değil mi?
Biz 1. Bölge olarak çok şanslıyız, Beyoğlu 2. Bölge bahtsız bir bölge maalesef. Hem fakirlik var hem de eğitim sorunları… Üstelik çoğunun konutları kentsel dönüşüm nedeniyle yıkılacak ve hepsi de kim bilir nerelere uzaklaştırılacaklar. Burada bile binaları otele, pansiyona çevirmeye başladılar; bu da aslında epey güvenlik sorunu yaratabilir ileride. Buralarda herkes birbirini tanır, bilir. Sonra başkalaşacak çok aşikâr.
- Ben de bu mahallenin sakiniyim ama nasıl bir mahalle aslında burası?
Çok eğlenceli bir mahalledir. Belki de Türkiye’de tek kurtarılmış bölge denebilir. Tarihi Yarımada’dan Boğaz’a, Üsküdar’dan Adalar’a tam bir panorama olan bir yamaç… Latife Hanım’ın köşkü de, Katolik Süryani Kilisesi gibi çok özel mekânlar da saklı sokaklarında… Üstelik her kesimden insan var. Akademisyenler, tiyatrocular, milletvekilleri, öğretmenler, aktörler, balerinler hatta sizin gibi modacılar da var. Devlet memuru da var emekli de hatta işçi, öğrenci de... Ancak bu yıl rayiç bedel adı altında yeni değer tespitleri yapılacak. Şu küçük dükkâna bile ayda 600 lira öderken, belki de 3 bin lira ödeyeceğiz. Yani esnafın, orta hâllinin, fakirin varlığı istenmiyor artık kent merkezlerinde. Gelsin tanımadığımız Suriyeliler, Araplar, İngilizler… Yeter ki para gelsin, biz bina yapalım. Lüks satalım, vergi ve haraç alalım. Yetiyor sanılıyor ama bir fincan un lazım olsa akşam kapı duvar. Çoğu çalışandır mahallemizin, o yüzden hırsızlar gündüz gelir buralara.
- Evet ama bir de Ömer Avni Parkı, Park Otel inşaatı gibi hançerler de var böğründe bu bölgenin...
Ömer Avni Parkı birinci derece SİT alanıdır. İçeride bir metruk ev var. Komili Ailesi’ne ait. Çocukluğumda oturuyorlardı orada ama yolu olmayan bir yerdir. Tinerci, tecavüzcü, yan kesici gırladır oralarda. Üstelik parkın bir bölümündeki, yani o metruk evin hemen önündeki tarihi yapı, belediye tarafından kiralanarak kahve yapıldı. Ama saraya bakan kısmına… Gerisi zaten kimin umurunda? Siz de saldırıya uğradınız ya burada. Neyse ki artık mahallemizin ara sokakları, ana caddelerden daha güvenli. Ama tünel inşaatı yapılınca 6-8 metresini kesip aldılar canım yeşil Ömer Avni Parkı’nın. Dava açıldı ve kazanıldı ama mahkeme “Gitmiş artık yapacak bir şey yok” dedi. Park Otel ise zaten yıllarca süren başka bir utandırıcı mesele… Ayaspaşa Güzelleştirme Derneği başardı koca gökdelenin kaçak katlarını yıktırmayı, ancak şimdi nasılsa bir sokak ve bir sürü de eski binayı yutarak bloklar zincirine dönüştü. Yıllardır toz duman çimento püskürttü. Bir de eski bir fabrika olan Akbank binası vardır İTÜ’nün karşısında. Şimdi otel oluyor ama deprem güçlendirme yazıyor tabelasında. Süzer Plaza ise özel kanunla belediye sınırı değiştirilerek kurtarıldı yıkımdan.
Bir an gözümün önünde canlanıyor tüm bu çirkinlik abidesi binalar. Arada birkaç cumbalı ev ve birkaç kagir art-deko hâlâ gönlüme taht kuruyor. Nedir bu rantiyenin doymak bilmez şehveti ve arsızlığı derken aklıma geliyor, ‘engelli geçişi’ diye kırık dökük sarı benekli taşların döşendiği ihaleler. Tabii yersen ama “Kefenin cebi yok beyler” derler.
- “Mahallenin muhtarı mısın?” derler; her şeyi bilir misin buradaki?
Aklınıza gelecek her şey için telefon açılıyor. Yolda karşılaşınca da yılların verdiği samimiyetten hep sohbetler koyulaşıyor.
- Mahallemiz çok yokuşlu, çok dik ve tarihi bir bölge. Beyoğlu Belediyesi’nin hem Şişli’ye hem de Beşiktaş’a sınırı olan tek yeri. Ama ben çok ihmal edildiğini düşünüyorum. Yollar, kaldırımlar rezil durumda. Hele de değnekçi şirketler! Kaldırım önlerini parsellemişler. Afet nedeniyle, park yasağı olan İnönü Caddesi’ndeki durum içler acısı. Neden biz üvey evlâdız?
Beyoğlu Belediye Başkanı Misbah Demircan seçilerek göreve geldi. Sorunlarla ilgili ulaştığımda bana, “Çalışma şevkim kırılıyor orası için” dedi. Bir şey yapmaya kalktığında hemen tepkiyle karşılaştığını söyledi.
- Neden? Bu bölgenin onun kayıtlı olduğu siyasi partiye oy vermemesinden mi kaynaklanıyor bu durum?
Mahalleli de haklı biraz. “Şimdiye kadar neredeydin?” diye soruyor Başkan’a. İki dönemdir başkanlık yapıyor ve bunca yıl sonra ilk kez Kabataş’tan İnönü Caddesi’ne çıkan yokuşu yaptı.
- Evet, ama Yoğurtçu Sokağı’ndaki tarihi duvar ve merdivenler imha edildi ve yerine de koca bir kazulet, ucube mimarili bir otel konulabildi.
Aslında o merdivenler çok daha güzel olacaktı ama otelin garajına araba giriş izni vermedi mahalleli, imzalar topladı ve Ankara Anıtlar Kurulu’na dek ulaştırdı. Sonunda da başardı ama bu sefer, otelciler aralardaki arsaları da alıp bahçeleri imha edip başka bir sokaktan birleştirdiler.
ZEMİN KATLAR GÖMÜLÜYOR!
- Peki, sana imkan verilseydi ne yapardın mahallede?
Burası çok özel bir bölge. Kafasına göre imar uygulayanlar dolu. İlk iş, gömülmekte olan mahallemizi kurtarmak isterdim. Birçok binaya artık iniliyor ne yazık ki… Durmadan kilit taşı döşenip, beton atılıp asfalt döküldükçe binalar mezara dönüşüyor. Zemin katlarda yaşayanları ölmeden gömüyor sistem. O yüzden Arnavut kaldırımı yapardım tüm sokakları.
Ayşen Bingöl bu, yapar mı yapar! Benim muhtarım hem acar hem de vefakâr. Teşekkür edip ayrılıyorum yokuş yukarı. Mahkeme celbi elimde. Oysa mahkemeyi meşgul edenler önce hizmet etmeyi öğrensinler mahalleme. Çünkü bizim vergiler, bizim yatırımlar ve bizim üretimimizle kazanıyor. Siyasilere para ödüyor bu ülke. Eve vardığımda yırtıp atıyorum mahkeme celbini. ‘Neticede istediği sadece para, ceza’ diye kapıyorum çantamı, atıyorum arabaya. Nasılsa bütün yollar çıkar bu hafta sonu Roma’ya…
- Peki, sana imkan verilseydi ne yapardın mahallede?
Burası çok özel bir bölge. Kafasına göre imar uygulayanlar dolu. İlk iş, gömülmekte olan mahallemizi kurtarmak isterdim. Birçok binaya artık iniliyor ne yazık ki… Durmadan kilit taşı döşenip, beton atılıp asfalt döküldükçe binalar mezara dönüşüyor. Zemin katlarda yaşayanları ölmeden gömüyor sistem. O yüzden Arnavut kaldırımı yapardım tüm sokakları.
Ayşen Bingöl bu, yapar mı yapar! Benim muhtarım hem acar hem de vefakâr. Teşekkür edip ayrılıyorum yokuş yukarı. Mahkeme celbi elimde. Oysa mahkemeyi meşgul edenler önce hizmet etmeyi öğrensinler mahalleme. Çünkü bizim vergiler, bizim yatırımlar ve bizim üretimimizle kazanıyor. Siyasilere para ödüyor bu ülke. Eve vardığımda yırtıp atıyorum mahkeme celbini. ‘Neticede istediği sadece para, ceza’ diye kapıyorum çantamı, atıyorum arabaya. Nasılsa bütün yollar çıkar bu hafta sonu Roma’ya…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder