Can çekiştirenlere
Sileceklerin sağanak yağmuru engellemekte zorlandığı, ön camın
arkasında uzayıp giden bir garip yoldaydım…
Zar zor algılanan yol çizgileri, ufuk çizgisine doğru her ne
kadar kısalsa da, bana doğru bir o kadar hızla uzuyordu… Aracın
radyosundaki cızırtılar kulağımda ve alacakaranlığın gözlerimi
kamaştıran griliğine, mavilik kahpelik yaparak eşlik ediyordu…
Arka koltuktaki yayıntının edepsizliği de sebepsiz değil.
Konserve hatta poşetlenmiş mamalar, eski battaniyeler, tıbbi
malzemelerle dolu bir karmaşa… Öngörümün önünde, henüz hayali tam
oluşmamış ve de toplumun dışladığı insanların; sokaklarda hayat
ve ekmek arayan travesti ve transseksüellerin yaptırdığı Ankara
Gölbaşı Hayvan barınağı…
Ha ha ha...
Evet işte size eşit yaşam hakları…
Sadece gölgeler değil ki uzayıp giden. Kısalan ve kaybolan
hayatlarda göz önünde… Ha sokak kadınları ve adamları, ha sokak
hayvanları. Ne fark ederdi ki, bu ülkede… Nasılsa artık sosyete
pazarının yerini alamazdı can pazarı, bariz neticede…
Sırasıyla Düzce, Kaynaşlı ve gişeler...
Otomatik ödeme için gişeye yanaşıyorum. Kıyı kenarda kuyruk
sallayan birkaç köpek dikkatimi çekiyor. Hemen ardında ise,
görevlilerin artıklarının duvar dibindeki dağınık pisliği. Belli
ki oradan da beslenir düşmüş hayvanların künyesizliği…
Sonra hayatımda yer almış ve sonra kaybolmuş eski dostlarımın
koro halinde sesleri geliyor kulağıma. Bubi, Zoro, Tane, Fıstık,
Bambam, Yogi, Bobo…
Ve İstiklal’deki her gösteriye eşlik eden aktivist EYLEM,
Ve Ömer Avni parkındaki nüfusa liderlik eden koca kafalı kara
burun kırması OSMAN…
Ad verdim hepsine, Üçbacaklı Bonny’e bile…
Bitişikte; dörtçeker, 06 plakalı, lüks ve siyah camlı araçta
şanslı bir aşifte dikkatimi çekiyor. İffetsizliği plakasındaki
harfler ile zaten arzıendam ediyor ve arka camında sahte mutlu
bakışlarla marka bir kopek daha... Göz göze geliyoruz yan yana
yol alırken. Belki parfüm kokuyor ama gözü hâlâ otoyol kenarında
ardında kalmış arkadaşlarında ne yazık, üstelik hüzünlü ve
çapaklı gözleriyle bakarken…
Can almasak da can versek, canımızdan değil de cananımızdan mı
vazgeçsek ?
Sorular kafamı kurcalarken kararmış gecede barınağa varıyorum.
Evde kalmış, mutsuz, geçimsiz, aksi, dul ve yaşlı kadın misali
barınak görevlisinin vurdumduymaz tutumuna sert bir şekilde
karşılık veriyorum. Sabahtan önce ziyaretin ve yardım kabulünün
mümkün olmadığını söylüyor. İnadım inat kontağı kapatıp, arka
koltuktan bir battaniye çekip yeni günün doğmasını beklemek üzere
uykuya dalıyorum...
Gecenin karanlığını canhıraş çığlıklar ile yırtan sesler bir
müddet sonra ahenkli bir oratoryoya dönüşüyor...
Soğuk ve diğer hisler de yavaş yavaş kayboluyor.
Sonsuz bir karanlıkta ve sessizlikteyim…
Gölgelerin bölgesinde can çekişmekteydim…
Ağlayarak uyanmak istiyorum sabahına.
Gözlerim yoktu ki artık arabada ölü bulunmuştım nasılsa!!!
Unutmayın yakında 14 Şubat Sevgililer Günü var.
Ama dünyamızda en çok kürk o gün satılır ve doğa olur tüm
canlılara dar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder