Bu sayfada yer alan tüm yazı, resim ve buna benzer içeriğin tüm hakları Barbaros Sansal'a aittir. Izinsiz kopyalanması ve kullanılması yasaktır.

1 Ekim 2010 Cuma

Bir Istanbul Masali..

O sabah , kadiköy iskelesinin erken cumhuriyet dönemi tonozlarının altından süzülüp sağdan yalayan güneşin ilk ışıkları ile karaköy vapuruna binmek üzere idim, oysa her sabah şaşkın bakkaldan bindiğim tramway, hal binası civarlarında beni silkeler ve tüm kolej öğrencilerinin de yer aldığı şehir hatları vapuruna iletirdi,, 1. Ve 2. Mevkilerin arasındaki demir parmaklıkların pek kapalı olduğunu hatırlamasamda dağların ardından Burhan pazarlama muhakkak demli çayın yanı başında üçbeş kelime kelam etmeden pek geçmezdi, birkaç bankalar caddesi kambiyo şefi müdürü ise lüks mevkideki rahat koltuklarında yeni Harman sigaralarından içerdi,bayanlarda ise gelincik ya da yenibahar ☺

işte o yıllarda, sigara kutusunun o karton çekmecelerinde saklı kalmış hayallerime aramayı düşledim İstanbulu bu gün !Aynı yolu 40 yıl sonra yapmak üzere Kadiköydeki akrabalrımdan birinde konaklamayı şart ettim ..

Sokak köpeklerinin sessiz ıslıkları yerine , o sabah ağır bir beton kamyonu ile uyandım, 40 yıl önceki komşu bahçesindeki ahşap köşkün önündeki sokak lambası yokdu odayı aydınlatan , gün erken ağarsa da hala güneş vurmamışdı yıllar önceki pencereye, hafifce tülü araladığımda once demir parmaklıklar karşıladı beni bu günkü güne ! güvenlik koşulları sivri sinekleri bile yasaklamışdı belli ki bu günlerde…. Koca gökdeleni bir kenara bırakıp sökülen o armut ağacının yerine dikilmiş altuni mazı bile pis pis sırıtmakdaydı nafile!

Cadde boyu kadiköye taksi ile ilerlerken her sokak başına konmuş trafik ışıkları led pisliği ile gözüme çarnaçar ültimatomlar yağdırıyordu.Göze batan tek o değildi elebtte, polyesterden kitap şeklinde banklar , granit kaldırımlar , reklam panoları , mağazalar mağazalar mağazalar , ne dodanlı kalmışdı ne sümerbank , ne dede kuruyemişçisi ne de atlantik sineması ,,üstelik yıllarca çekirdek eşliğinde filmler seyrettiğimiz çiçek sinaması yerine birde cami dikilmişdi çınaraltına ! ama heryerde ne dile ait olduğu belli olmayan markalar bas bas bağırmakda baksanıza …

Kadiköeye vardığımda bambaşka bir keşmekeş beklemekde idi beni, 250 gram kıyma aldığım yalçındağ kasabı bile yerli yerinde dursada köprülerin altından çok suların akdığı besbelliydi !

Minibüsler otobüsler insanlar ve kaymakamlık kenarına sıkışmış mink park bile çığlık çığlığa !

Aynı iskele ilinti gibi orda dursa da önündeki prefabrike ilavesiyle göze parmak sokarcasına yıkılmakda ayakda..

yüzer iskeleden jetonla vapura biniyorum omuzlarım düşük.. üniformalı bir güvenlik görevlisi şaşırtıyor beni ,,
açıkda durmak yasak sigara içmek yasak yassak !
Denizcilik Bankası çokdan ibonun nağmalreinde ido !
Sınıf farkı kalmamış belli ki devreye girmiş kimbilir hangi homo ! cumhurbaşkanlığı kadınında frak olmuş yoyo.ama sınıfa da gerek kalmamış zaten yok üstü başı temiz yıkanmış evlerindeki deterjan olsa omo !

Başımda biraz daha iniyor öne şaşkın bakışlarından ahalinin, beyaz önlüklü çaycının yolunu gözlemekdeyim ama simit atmakda yasak artık martılara da,

Vapurun kıçında tarihi yarımadaya yol alırken istanbulun avrupa yakasının göğsüne saplanmış sahte emperyalizmin imparatorluk kuleleri fışkırıyor silüetten , gözlerimi kapıyorum ağlamamak için hicabetten …

Köpüren pervane suları sanki sürekli beni çağrıyor
Kendimi bırakmak geçiyor aklımdan marmaranın kollarına bir kez daha ama ölümsüz aşkla kavuşup ayrılmamacasına

Birkaç pervane darbesini hissetmiyorum bile karanlık ve soğukdan , canhıraş bir hamle ile yukarı atıyor akıntı son kez beni, gözümün önünde can çekişen istanbulumun silüeti
Ağlamak istiyorum
Ama gözlerim artık yok ki !

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder