Bu sayfada yer alan tüm yazı, resim ve buna benzer içeriğin tüm hakları Barbaros Sansal'a aittir. Izinsiz kopyalanması ve kullanılması yasaktır.

16 Eylül 2012 Pazar

Biat eden toplumu değil gercek özgürlüğü arıyoruz


Barbaros Şansal bu hafta, Cumhuriyet mitingleriyle öne çıkan, Mehmetçik ve Diriliş yürüyüşlerinde on binlerce genci yürüten Türkiye Gençlik Birliği (TGB) Üyesi Çağdaş Cengiz ile konuştu. Lisede düzenlediği şiir gecesinde uğradıkları sansürü Nazım Hikmet'in Vatan Haini şiirini okuyarak protesto eden ve ardından gözaltına alınıp Başbakan'ın hatta Meclis'in gündemine gelen Çağdaş, çağdaş toplum hayalini anlattı.

Çağdaş Cengiz 1987'de Muğla, Milas'ta doğdu. Lise yıllarında Nazım Hikmet şiiri okudu diye, Başbakan Tayyip Erdoğan bile adını andı ve Meclis'te konuşuldu. Aslında hepimizin içinden biri. Hem yurttaş hem de genç... Çoğunuz onu tanımıyorsunuz ama ben de yeni tanıdım ve tanımanız gerektiğini düşünerek bu söyleşiyi kaleme aldım.
Bir sonbahar günü kentin merdivenlerinden Yarımada'ya doğru bakan bir parkta buluşuyoruz.
Benim elimde ona hediye aldığım 'Büyük Nutuk' var. Oysa o, onu çoktan hatmetmiş bile. Mahcubiyetimi gizlemeye çalışırken, o hemen tütününü çıkarıp bir de sigara kıvırıyor, yapışkansız Tekel kağıdıyla. Üzerindeyse kız arkadaşının ona özel notu yazılı: 'Zıkkımın kökünü iç!'

Sıcak gülüşlerle giriyoruz lafa.
× Çağdaş sen kimsin?
Henüz Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden şubat ayında mezun olmuş, şiir ve tiyatroyu hep hayatında isteyen, bekar yaşamanın pahalı oluşundan dolayı, kaldığı yerde dil öğrenmek amaçlı yabancı ev arkadaşı seçen bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı.

× Nasıl bir hayat üniversite hayatı?
Özellikle akademik anlamda kendimi donatmak; hayatı, siyaset ve politikayla yaşamak için bu dalı seçmiştim. Ama üniversitelerde bu istediklerimiz olmuyor maalesef.

AKADEMİK YAŞAM KISIR
× Neden?
Esas eksik, akademik yaşamın kısırlaştırılmasında. Müfredatla ilgili ciddi problemler var. Belki kendi kaynak eksiğimizden, daha çok da Batı kaynaklı tercümeler kullanılmasından dolayı bu sakatlık. Oradaki model ve teoriler bize yorumlanmadan olduğu gibi sunuluyor. Neoliberal politikalar tamamen hakim ve özellikle alternatif sokulmuyor. Tartışma ya da eleştiri de kabul görmüyor. Belki de İstanbul ve Ankara mülkiyelerinde 50'lerde bir gelenek başlamıştı ama 80 darbesiyle bu süreç kırıldı. Pek çok değerli akademisyen üniversitelerden uzaklaştı, sistem güncel olmaktan çok uzak. Onlarla hayat geçmiyor. Bilimi esas alan, özerk ve demokratik bir üniversite yapısından söz etmek mümkün değil.
Konu emperyalizme geldiğinde Libya'dan Irak'a, tüm Ortadoğu'ya hakim bilgi ve gözlemleriyle, bu çirkin süreci herkesin anlayabileceği bir dilde anlatmaya başlıyor. Hayatla tamamen barışık, kısık ve hafif çekik gözlerindeki gülümsemeyi de asla ihmal etmeden. 11 Eylül saldırıları ve 79'dan beri ilk kez bir elçiliğe yapılan saldırı, hatta Kaddafi'nin ölümünde Hillary Clinton'un attığı kahkahaya dek tüm detaylarda kronolojik. Boğaz'ın girişindeki yoğun deniz trafiğine aldırmadan laf trafiğine devam ediyorum.

× Nasıl bir çatışma var peki okullarda?
İlk girdiğim dönemle, mezun olduğum dönem çok farklı. Başta biraz apolitik, hayata ve kendi üniversite yaşamına dar bakan öğrencilerden oluşan, kendine müdahalesi az, kültür ve sanata hatta bilime ilgisiz bir gençlik vardı. Gerçi ortam sağlanmıyor ama hevesli de azdı. Hele 60'ları falan düşününce epey şaşırıyoruz bu duruma. O yıllarda çok saygındı öğrenci. Ayrıca imtihanla girmiyorlardı zaten. Öğrencilerde ciddi bir uyanış süreci başladı. Ulaşım, konaklama, beslenme, araç, gereç çok pahalılaştı ve üniversiteler kazanç kapısına dönüştürüldü. Seçim propagandalarına 'her ile bir üniversite' cümlesi bile girdi. Bu durumda gençlik artık mücadeleye yöneliyor. Boş ver. Manzume gibi uzar gider anlatırsam.

MİLLİ EĞİTİM SANSÜRLEDİ
× Dur bir dakika! Manzume dedin de, bir de şiir merakın vardı senin. Hatta başına epey iş açmıştı... Neydi o konu?
Ben Muğla, Milas'ta lisedeyken, edebiyat kolundaydım ve Milas'ta hocalarımızla bir şiir dinletisi hazırlıyorduk. Pek çok Türkiye şairinin şiirlerinden oluşan ve dramatik bir sergileme yolu olarak müziği de içine koyduğumuz bir etkinlikti. Ben sunuyordum. Ama bunu Milli Eğitim Müdürlüğü sansürledi. Yarısının listeden çıkmasını ve yerine kendi istedikleri şairlerin konmasını talep etti.

× Kimdi bu şairler?
Nazım Hikmet, Ahmet Arif'in bütün şiirleri ve Atilla İlhan'ın bir aşk şiiri dışında hepsi çıkartıldı. Ben de sunum günü geldiğinde bir tepki koymak istedim. Tabii, gösteriye zarar vermeden. Hatta sunum metnini bile bize onlar vermişti. Dinletinin sonunda nihayet sözcükler bana kalmıştı. Ben de, 'Şu ana kadar dinlediğiniz şiirlerin dışında engellenenlerden birini size okumak istiyorum' diyerek, Nazım Hikmet'in 'Vatan Haini' adlı şiirini okudum.

× Eyvah! Nazım yerine nazırların olduğu bir yerde, kör gözüne parmak olmamış mı bu?
En önde kaymakam, milli eğitim müdürü, müftü, okul müdürü ve bir siyasi partinin ilçe yöneticileri dahil tüm protokol karıştı. Destek veren konukları da engellediklerinden, salondan büyük bir tezahürat yükseldi. O dönem Başbakan'ın da şiirle ilgili birtakım sıkıntıları olmuştu. Bir de kaymakamla, kapı önünde veliler polemiğe girince, o da 'Çağırın terörle mücadeleyi, alsınlar bunu!' diye bağırdı ve karakola alındım. 3 saatlik bir gözaltı süreci oldu. Veliler falan da gelince iş büyüdü ve gazetelere, televizyonlara kadar ulaştı. Milas halkının da desteği vardı. Başbakan'a sorduklarında beni destekleyen bir cevap verdi: 'Biz bu meseleyi 'Kopenhag Kriterleri' ile aştık ama konu ben olunca basın duruma tarafsız yaklaşmadı' dedi. Ben, o zaman 17 yaşındaydım ve konu Meclis kürsüsüne dek uzanmıştı.

× Ya bugün? Çünkü daha dün, TGB ile Çağlayan Adliyesi'ndeki Oda TV davasında kalem bırakma eylemindeydin. Bu yüzden TGB Genel Başkanı İlker Yücel'e değil, sana soruyorum. Çünkü başkanlar her zaman stratejiktir. Elemanlarsa daha naif.
Üniversiteye ilk girdiğim sene, hem tiyatro kolunda hem de Atatürkçü Düşünce Kulübü'nde faal olarak çalışıyordum. O yıl Bursa'da toplanan ve bütün Türkiye'den katılan üniversitelerin Atatürkçü Düşünce Kulüpleri'nin bir çalıştayı olmuştu. Şans eseri ben de oradaydım. 'Üniversite topluluklarını bir araya getirecek bir gençlik birliğini nasıl kurabiliriz?' diye tartıştık.
Daha sonra Ankara'da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde, Ankara Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Toplulukları'nın çağrısıyla bir kurultay toplandı. Ve ilk kuruluş eylemi 19 Mayıs 2006'da, 3 bin gencin; 40 üniversiteden 62 topluluğun -ADK'lar dışında da pek çok müzik, sanat, bilim topluluğu da- bir araya gelmesiyle müthiş bir sinerji sonucu oluştu. İki gün önce 'Danıştay Cinayeti'nin gerçekleşmesi de buna etkendi. Esas itibariyle, sağ-sol demeden, ayrımları bir noktaya bırakarak, Türkiye Cumhuriyeti'ni ve bağımsızlığı savunmak temelinde Türkiye Gençlik Birliği, şimdiki başkanımız İlker Yücel'in de divanda olduğu bu büyük kurultayla kuruldu. Hedefi tüm ülkeyi birleştiren bilimsel demokratik ve eşit eğitim hakkını savunan üniversiteli ve liseli öğrencilerin olduğu bir birlik olmaktı. Ben de Bursa'da kurucularından biri olarak işin başında oldum.

× Sonrasında da 6 yılda ciddi bir büyüme kaydettiniz. Neler etken oldu bu sürece?
Pek çok üniversitede konferans ve paneller, onun dışında 10 binlerce gencin yürüdüğü Mehmetçik eylemleri oldu. Kardeşliği savunan; Türk-Kürt ayrımına karşı konsensüs isteyen tavrımız da en önemli duruştu. Bu programların sonucunda da üniversite ve liselerde uyanış başladı. Katılım rekor bir grafikle yükselmeye başladı. Bu destek de gelince, muhtarın daveti üzerine Diyarbakır'da Bismil'in Aslanoğlu Köyü'nde bir ilkokul inşaatına başladık.
İşe ilk başladığımızda biraz asık suratlı görülüyorduk. Çünkü politikacılar hep koyu renk elbiseli, beyaz saçlı ya da boyalı bıyıklı, orta yaş üzeri insanlardı. Sıcak bakıp dostluk çerçevesi içinde hareketimiz bu yargıları yıktı.
En son yine 19 Mayıs'ta, Bandırma Vapuru sembolüyle 200 bin kişilik diriliş yürüyüşümüz, tüm kamuoyunun desteği ve ilgisiyle gerçekleşti

KORKU ÖĞRETİLİYOR
× Kız arkadaşın ya da ailen ne diyor bu yaptıklarına? Merak etmiyorlar mı seni? Geç kaldığında ya da telefonunun şarjı bittiğinde...
Korku öğretilen bir şey. Ben oradaki, yani memleketin sirkindeki rollerden birini kabullenmek yerine yeni bir model, yeni bir toplum felsefesiyle yaşıyorum zaten. Yeni bir hayat, alışılmış olmayanı keşfetmek ve yaratmak ilkelerim arasında. Biat eden ve edilen bir hayatı değil, yaşamın gerçek özgürlüğünü arıyoruz ama sistemi sorgulayarak ve alternatif üreterek bir konsensüsle bunu gerçekleştirmek istiyoruz. Sanırım bütün bunlar sabırlı ve soğukkanlı olmayı da gerektiriyor. Adım adım büyüyoruz.

× Bana göre bütün bunları yaparken, herhangi bir siyasi ya da ticari kurumdan veyahut dış mihraklardan nakit yardım almamış olmanız en ilginç yanı... Şimdi İstanbul'da yeni bir merkeze ve ajansa hazırlanıyorsunuz. O yüzden hafriyatı şeker çuvalıyla yapıyorsunuz. Çuval deyince aklıma eylemler de geliyor. Nedir şu çuval meselesi?
2003 yılında Irak işgali başlamıştı. O dönemde 4 Temmuz'da ABD'nin kurtuluş gününde, yanılmıyorsam Erbil Kaymakamı'na suikast yapacaklar iddiasıyla Türk askerinin başına çuval geçirilmişti!
Ne tesadüftür ki, o arada iki Amerikalı sivil ama iri vücutlu şahıs, hemen yanımızdan ellerinde bira şişeleriyle sahile doğru yürüyerek geçiyor. Belki telaffuzdan, belki de bir kaç tanıdık kelimeden dikkatle bizi süzüyorlar. Bende hafif bir paranoya olsa da, Çağdaş son derece rahat üslubuyla aldırmadan devam ediyor.
Bu görüntüler basına da servis edilince, müthiş bir aşağılama hissetmiştik. Afganistan'da çıplak vücutlu esirlerin üzerine idrar yapılmış; Irak'taysa daha da beter! Bu işin başında olan General Petreus da söylemişti; 'Bunlar 100 yıl, bunu temizleyemezler; bunun altında kalacaklar.' Tabii ki, bu 1 Mart Tezkeresi'nin Meclis'ten geçmemesinin intikamıydı. İşgale direnişe cevaptı! Kimse tepki vermeyince de tüm halklar içerledi. Buna karşı Marmaris, Bodrum gibi limanlara gelen dev uçak gemilerinin paralı askerlerine durumu anlatmak istedik, çünkü onlar bizim gibi vatan millet uğruna can vermiyorlardı. Üstelik o kıyı bölgelere gelip kafalarına göre takılıp bir de bizim güvenlik görevlilerince korunuyorlardı!
7-8 arkadaşımız Bodrum sokaklarında bir askeri tespit ediyorlar. Önce durdurup Türkçe ve İngilizce tepki bildirisi okuyacaklarını sonra da sembolik olarak çuvalı başlarına geçireceklerini söylüyorlar. Amaç darp ya da gasp değil. Bunun üzerine asker korkup kaçmaya çalışınca da bizimkiler çarnaçar eylemi gerçekleştirmekten çekinmiyor.

BİR ÇUVALA 16 YIL HAPİS
× Çocukların başına bir şey geldi mi peki bu yüzden?
Tabii ki, ama şu anki koşullara göre bu normal. Yoksa böyle bir eylem için istenen 16 yıl hapis cezası dehşet verici. 25 Eylül'de ilk mahkeme Muğla'da gerçekleşecek. Medya da yangına körükle gidince her zamanki gibi karşı görüşteki hukuk adamları da ister istemez etkileniyor.

× Medya kendi nefretini başkasına giydirmeyi pek sever zaten. Bak, şimdi torba yasa varken neden çuvalla uğraşıp el alemin başına çorap örüyorsunuz yani. İkinci eylemde Antalya'da önlem alındığını gördük. Bir moda yarattınız ki üçüncü eylem de size mal edildi. Zaten bu eylemleri de bitirdiniz artık.
.......
Atatürk portresi ve imzası olan heybesini sırtına takma vakti geliyor. O merdivenlerden uzaklaşırken, hem Çağdaş, hem savaşçı bir genç daha hayatımızda yer ediyor. Gökten üç elma düştüğünü hayal ediyorum. Biri onlara, biri hala ayakta kalmış olgun aydınlara. Ve zehirli üçüncüyü de bu topraklar üzerindeki kirli oyunların tezgahını kuranlara...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder