Bu sayfada yer alan tüm yazı, resim ve buna benzer içeriğin tüm hakları Barbaros Sansal'a aittir. Izinsiz kopyalanması ve kullanılması yasaktır.

29 Ağustos 2009 Cumartesi

DİKİŞ MAKİNASI GICIRTILARI 06

Sabah 08 20 tk ile yarılıyorum ülkemden !
Birkaç ülke geçeceğim tez elden,
30 Ağustos zafer,
31 Ağustos açılımla beter
01 Eylül Diyarbakıra neler eder görmeden !

06 Eylül Musevi cemaati komşuluk gününde dönüyorum,
07 Eylül senei-devriyesinde dövünmek istemiyorum
Lütfen biraz sukunet yoksa durum vehamet
Buyrun Aziz Nesin neslinden size hitabet !


Cumartesi, 29 Ağustos 2009 17:34 Ahmet NESİN
SEN RÜYA GÖRMESEN VE KONUŞMASAN LİVANELİ…



Bizde “Adam olmak” derler ya, ben yine de “İnsan olmak” diye değiştireyim, evet Zülfü Livaneli sadece Türkiye’de değil dünyada da “İnsan olmak” kolay değildir. En azından bir besteni, bir öykünü satıp karşılığında aldığın parayla satın alamazsın o insanlığı… Demokrat olmakla, görünmek ve demokratlığını satışa çıkarmak arasında çok ince bir çizgi vardır, onun ayrımına varmak çok kolay değildir, aynen o ince çizgi kadar da ince bir zeka gerektirir… Bir televizyon programında hakaretler yağdırmışsın. Bestelerin de, sen de halka mal olmuşsun ya, her istediğini söyleyebilirsin sanıyorsun, halkla haltı karıştırıp halt etmişsin sen, halka mal olmuş musun bilemem, ama iyi mal olmuşsun. Söylediklerin aşağıda:

Zülfü Livaneli: Bu tartışmaların hepsini izlemiyorum. Çünkü, çok affedersiniz ama bana "çok aptalca ve soysuzca" geliyor. Kusura bakmayın ama bunlar deli saçması! Bunlarla uğraşacağım ben.

Rana Erik: Bunları okumuş olmalısınız!

Z.L: Bakın hanımefendi, ben onları okumuyorum. Kim yazmışsa halt etmiş. Kimin yazdığını bilmiyorum ama aşağılığın biriymiş. Türkiye'de her deli, her kompleksli sitede kalkıp birşey yazdı diye, ben yaşayamam o zaman.

R.E: Leman dergisinden...

Z.L: Ne bileyim ben aşağılıkça bişey! Nedir bu ne biçim şey böyle. Özgürlüğü neden satmışım! İt oğlu it, sende yaz sen de sat.

R.E: Ancak bakın medya sitelerinde var bu!
Z.L: Medya sitesi dediğiniz, gazetelere giremeyen iş bulamayan ya da bulan yarım yamalak kompleksli kişilerin sinirlerini boşalttıkları yer. Aklıma babamla bir anım geldi, 12 Eylül sonrası, en demokrat Turgut Özal’ın Kastelli numaralarıyla halkın parasını höpürdettiği dönemler. Aynı senin gibi Kastelli reklamlarına çıkan sanatçılar var… Para bu kolay kazanılmıyor, halka mal olmuşlar ya bir kere… Aziz Nesin’e de bir telefon gelir o dönemde, olayı anlatayım da belki bir ders çıkartırsın…
Reklam şirketi: Aziz Bey merhaba…

Aziz Nesin: Merhaba…

Reklam Şirketi: Aziz Bey biz İş Bankası’nın reklamını yapıyoruz…

Aziz Nesin: İyi ediyorsunuz da, bundan bana ne!..

Reklam şirketi: Aziz Bey sizi İş Bankası reklamına çıkarmak istemiştik…

Aziz Nesin: İyi güzel de buna paranız yetmez…

Reklam Şirketi: Aziz Bey kaç para isteyeceğiniz önemli değil, bütçeyi çok geniş tuttuk…
Aziz Nesin: Bana ancak bankayı verirlerse çıkarım, yoksa benim olmayan bişeyin reklamını yaptırarak beni satın alamazsınız…
Bu öneriyi geri çevirdiği dönemde Aziz Nesin’in biran önce Nesin Vakf’ına çocuk almak için paraya en sıkışık olduğu dönemdir. Nerdeyse 28 yıl olmuş Livaneli ve Nesin Vakfı hâlâ onurlu bir şekilde devam ediyor. İnsan olmak böyle bişeydir işte, halka mal olmak da böyledir, zordur, irade ister, ince bir zeka ister…

Medya siteleri öyle sandığın gibi yerler de değildir Livaneli, hele hele Leman Dergisi hiç değildir. Orada adam gibi adamlar, yani insan olmayı becerebilmiş insanlar çalışırlar… Hepsi de becerikli kişilerdir. Bak aklıma bir fıkra geldi…

Türkiye’de meşhur olmak kolay ya, yine o şarkıcılardan biri 20 yıl sonra doğup büyüdüğü kasabaya gitmiş. Yaz mevsimi, Aile Çay Bahçesinde bir düğün var. Bilirsin o kasabaların birer orkestraları vardı eskiden. Müzisyenlerden biri şarkıcı kadını tanıyıp sahneye davet etmiş:

Müzisyen: Hanfendi şeref verdiniz, sizle çalmak bir onurdur.

Şarkıcımsı: Aman ne demek, hadi beraber bir parça söyleyelim…

Müzisyen: Çok seviniriz, parçayı hangi tondan çalalım?

Şarkıcımsı: Valli Istanbul’da bana detone diyorlar, ama siz hangisinden çalarsanız ben size ayak uydururum…

Sen bestelerine ve şarkılarına devam et Livaneli, ama bu halk her tondan çalanı kabul etmiyor artık. Hele ilk çıktığından beri her anlamda detone olanları hiç mi hiç kabul etmiyor… Hatta bence artık rüya da görme, Vatan Gazetesi’nde bugün rüyanı yazmışsın: “Son günlerde memleketimle ilgili bir rüyaya kaptırdım kendimi. Rüyamdaki Türkiye, içindeki Kürt kökenli yurttaşlarına sahip çıkarak, yıllardır kanayan yarayı sağaltıyor. PKK’yı etkisiz hale getirerek dağıtıyor. Amerikalıların boşalttığı Kuzey Irak’ı himayesine alıyor, o bölgeye bir nevi ağabeylik yapıyor. Bu iyi ilişkilerin sonucu olarak da Musul petrollerinden pay alıyor. Kuzey Irak’ın yeniden imar edilmesine katkıda bulunuyor. Türk üniversiteleri açılıyor, Türk bankaları, Türk şirketleri çalışıyor oralarda. Ne terör kalıyor, ne acı, ne gözyaşı döken analar, ne bölünme tehlikesi. Modern, demokrat, güçlü Türkiye Cumhuriyeti her yurttaşına şefkatle yaklaşarak zenginleşiyor, dünya liginde tepelere oynamaya başlıyor.”
Vay be Livaneli, sen ne kadar demokratmışsın da bizim yada benim haberim yokmuş bugüne kadar. Bana bu tümceyi açıklar mısın acaba: “Amerikalıların boşalttığı Kuzey Irak’ı himayesine alıyor, o bölgeye bir nevi ağabeylik yapıyor.” Sen yoksa Hasan Cemal gibi Osmanlı paşalarından birinin torunu musun, ruhunda ve beyninde emperyalist düşünceler mi var? Eksik kalmış rüyan, “Zülfü Livaneli Musul’a eyalet valisi olarak atanıyor, bestelerini petrol kuyularının gölgesinde yapıyor. Aynı zamanda kurulan Türk Üniversitesi’nin de hem dekanı, hem hocası, hem de rektörü. İnternette sitesi olan zavallı ve itoğluitlere kırbaç cezası veriyor. Anlayacağınız Zülfü Livaneli bu aralar çok iyi bişeyler yiyor…”

27 Ağustos 2009 Perşembe

DİKİŞ MAKİNASI GICIRTILARI 05

Bazen, namus gazı misali, gazoz şişesinde sunulmaya çalışılan hayatları
gıpta ile değil gıdaymış gibi algılamak da var düş kurmanın sınırsız özgürlüğünde;

İşte o günlerden birindeyim ben yine ...

Hisar pavyonun rutubetli helalarına sıkışmış yazar çizer rimellerini akıtmasın maskara gözyaşları olarak duyacaklarınız..

Şişirilmiş dudaklara sürünmüş domuzyağı aşklar ile değilki zaten şevhet.
70'lerdeydi donsuz tiyatrocular, adı ''Parçala Behçet'' !

Konsomatristlerin bağnaz kafalara sunduğu tepsi de organlar değil ki rüyalarımız,
Apış arası ekmek parası olmuş artık şişko milli komedia'mız.

Düş yakamdan bit misali bre kahpe felek..
Varoşlara sapmadan belden aşağı vurmadan
Bu kez yamak belki Duşanbe'den de ses verecek, es geçecek !!!

Biliyorum ki pek karmaşık girdim lafa,
Ardından ne geleceği şu an inanin ki muamma.
İçimden geldiği gibi klavyeden aksa her vuruş bilgisayar ekranıma,
birazdan kırışıksız duygular çarşaf çarşaf size de ulaşacak nasılsa !

Tamam kendimize gelelim ,
Bir meşk ile şevklenip biraz mestlik dilenelim ,
fa-i la tun, fe-i lun,
Yürü serv-i revanım Cuma'dan izin alıp sazendeler ile hep birlikde Sadabad'e gidelim..

Saçma olsun varsın hayat .
Nasıl olsa herkes de, her seferde aşklar olacakdır küflü bayat.
Her tazeden gün gelir geçer deli gönül,
Sonra, otu boka banar porselen tabaklarda bize heyhat !

Aç gönlüne bir ışıklık derzli delik,
Koy yanına birkaç etmez şahsiyet iki zalim ki metelik
Her keseye mamaulden dola bakalım efelik
Vur tokmağı aklına, titret kıvrımlarını, dimandadır tutuksuz serserilik ...

Ne söğüdün optik görüntüsüdür saplanmış huzur kapıda kilitli denklik ,
Yorganın, bohçan olsada yamalı kırkpareden depdelik
Umuduna yeşersin jakobenist nobran beylik
Sen gül be dost. Gülüm ol diken bende epeydir sivrilmiş bak mertlik !

Durma çağla, çaydan geçen dere ol,
Sana mı yok kahrmanlık öyküsü bol.
Mazlumlarda gezmesin sefalet kol,
İşte gerçek sen isen, sen sende kal ki senden ol !

Dursa parmaklarım kilit olup her tuşda,
Sözler sürüklense de çerçevesiz düşlerimin ardında,
Hafızam beni artık horuldamaya zorlasa da
Sen de gel, el ver, bendeki benden beni al da benim ol !

Terzi yamağı bir ağustos sonu iş sonrası meşk öncesi 2009 İstanbul

Top'lu iğne 32

Sanki varmış, aslında yokmuş,

Meslek 1
Doktoru ol ki namahremine giresin.

Hafta geçmiyorki tarihi geçmiş ilaç çetesi
ya da eczahanelerde şırınga afişleri!

Bazı doktorlarımızın masasında ise dünyanın heryerine
beş yıldızlı otel dahil açık uçak bileti.

Beşlik ambalaj yerine kırklık yapar ve parayı devletten kapar birileri.
Kimbilir nerelere gömülür bu arada atık varilleri?
Her yerdedir artık belkide onların paravan alışveriş merkezleri…


Meslek 2
Avukatı ol ki suçunu bilesin.

Gün geçmiyorki dokunulmazlık almış gündemi.
Ya da gazetelerde mecliste yenen bıldırcın sesleri.

Bazıların gözünde sırıtırken taşlı altın güneş gözlükleri
Ellerindedir artık işi bozan kanun hükmünde kararnameleri.

Onlar, cumayı tatil yapmaya çalışanlar,
Cumartesi sabata, pazar ise haça taparlar.
Almış çoktan gemi azıya inançlarının vahşi dişleri..
Konuşur dururlar tek dişi kalmış emperyalizmin medeniyetini..

Meslek 3
Bakkalı ol ki aç bırakasın

Hafta bitmiyorki durulsun yanıltıcı reklamların reytingleri
Nasıl olsa renginde, tadında ve kokusunda artık satış ilkeleri.

Geleceğini sanma sakın, kilitli tohumların kotalı ekinleri
Ve gerçektir arka bahçende bile yasaklanan tavuk kümesleri..

Yerine detarjan, botolinium ve kurşun vermekteler.
Sizi 9.99 larla sömürüp resesif ve statik ekonomiye itmekte birlieri
İsterseniz yiyin ve çıkarın, unutmayın parasını faizi ile tahsil edeceklerini.



Meslek 4
Hocası ol ki eğitesin

Bülenti ve Hülyası olmuş coğrafyamın ekranlarının öğretmenleri
Nasıl da sunulur soğan medya gurubun tencerede 4 terbiyesi.

Diyanetin yazarı bir yandan dizelerken alevi hikayesi,
Kitabında haramı artık arak okumakta iktidarsızın himayesi.

Yayın evi bile yazarını soyar, kadınlar kaş göz boyar iken,
Tokat gibi iner haberalma hakkına artık konyanın tuzu değil şekeri,
Doğrar durur Ankara’daki üniversite içi fabrika testeresi keresteleri.



Meslek 5
Terzisi ol ki çıplak bırakasın

Çoraba eşarba göz atınca göreceksin gerçeği,
Polyesterin sokuşturulmuş geçici zaferi ve kdv nin yüzde sekizi.

Büyükanıt'ın değil Büyük Anıt'ın takkesinden de gizli,
Plastik çiçekten imal Bush'a bakanların sadakat çelenkleri.

Hayvancılık bitince Avustralya'da yazılmakta yünlü bayrağımın kaderi,
Gözlerim kan yüreğim can ağlamakta geceleri.
Aydınlatır Cumhuriyet bayramında sarı kırmızı yeşil havai fişekleri…

O yüzden terzilerde çizilirmiş ülkelerin kaderleri.
Sebebidir ki, Güçlü kadınların zayıf kocalarının kalın enseleri
anlatılır provada artık gizli reçeteli erdemsizlik ilkeleri…
Var mı diyeceğiniz. Giydirmeyeceğim başkasına diktirtenleri.
Dike dike göreceğiz yakında nasılsa aydınlık ve tam bağımsız günler...

teşekkürlerimle
10 kasım 2007
terzi yamağı

bitti !

Top'lu iğne 31

Bir varmış, bir yokmuş.
Dağ fare doğurmuş.

Şu yüce allahın işine bakın hele!
Ne analar var ki, pipisi özürlü aslanlar doğurmuş nice makamlara..
Boşvermeyin siz bu lafa.
Sorun iavunmaya ya da Bush'ha bakana!
Nasıl olsa onlar hep sığınır kendi tabirleri ile defans'a.
Ama gerçek belgeler hala T.S.K 'da!….
Bu iş benzemeyecek Sevim Tanürek vakasına?…
Biri check eder de apışırsınız sonunda..

Constantinapolis, Hierapolis, Metropolis ya da Annapolis.

Günümüzde tüm senaryolar ya Vatikan'da ya Washington'da
ya da vaadedilmiş topraklardaki Havra 'larda yazılıyor.
Chavez, Sarkouzy ile buluşmasının sonucunda, dünyaya Dracula'yı anlatırken biz hala homoseksüel belediye başkanını tartışıyoruz.

O arada ben 11 000 metrede, Alp'ler yolundayım.
Günü birlik çıkışlarda yurtdışına çıkış harcının artık muhaf olmadığının yeni farkındayım. Zorunlu ve bazıları sorunlu yolcu profilini isterseniz hiç anlatmayayım (?)

İndiğiniz ülkede, havalimanının hemen altından, adeta metro konforunda tüm ülkeye bağlanabiliyorsanız, ve üstelik bu saniye şaşmayan yüksek teknoloji ve servis içeren trenler ile oluyorsa hemen sorgulamaya başlıyorsunuz.
Sn. Osman Durmuş beyefendinin uslubuna ulaşmanız pek de zor olmuyor. Nerem doğru ki?

Daha uçağın kapısında didik didik Türk pasaportunuz aranırken, neden çoğu aynı hat yolcusunun, ya yeşil pasaportlu ya da altın tesbihli olduğunu hemen anlıyorsunuz.
Ve gözünüzün önüne birden, Atanın mezarından, bir reklam filminde pervasızca, karasaban sermayenin, dış mihrakların rüşvetiyle doldurduğu bankasını nasıl sattığı da geliveriyor.
Satmışım çiftçinin anasını türküsü de dilimde, gümrüksüz kapıya doğru adımlarımı hızlandırıyorum.

Bizdeki kahvehanelerin aksine o kafayla sıradan bir istasyon kahvesinde soluklanıyorum. Nasıl olsa bizde, Cafer' in Café’sine inat, belediye başkanının taktığı cam levha ile bez getiriliveriyor. Ama ne bez: Hep dediğim gibi. 110 x 110 tesettürden 20 santim arabezi cırılınca alevi eşarbı gündeme getiriliyor. Hem de 90 x 90 ölçüsüyle… Oysa Türkiye Cumhuriyeti 110 voltdan 220 ye çoktan geçmiş bulunuyor. O da zaten yatak çarşafının ebatını oluşturuyor.
Yardım ve yataklık edenlere duyurulur!..
Oysa o Sultan'ların demir gibi can'ları şimdi Cindersi'nden kan sağlıyor.
Ve de o bölgede, fuhuşun sonu can can da sonlanıyor…

Sn. Güler Kömürcü’nün kan meselesi de bir yana, kana kana içiliyor zaten bu bölge.
Ben hızla kahvemi bitirip 10:22 Saint Gallen trenine atlıyorum.
Bir kez daha paranın şuursuz sınırında malum Farmakolojinin yurdum skandallarını hatırlıyorum. Ve yüzde atmışı satılmış ilaç sermayemin akraba hikayesi ıslatıyor gözlerimi. Yerine Kamyon ile alışveriş merkezleri yükseliyor. Gençlerim tezgahtarlığa ya da güvenlik görevlisi olmaya mahkum ediliyor.. Meğerse, o arada 100 bıldırcın darı ambarından değil, milletvekilinden 4 YTL ye alınıp meclis lokantasına 7 YTL ye satılımıyormıyormuymuş ki!

Yemeğe devam edin bakalım meclislere aslanlar doğuran anaların evlatları!
Tavandaki çiğköfteyi gourmet özentinizle boyayamazsınız.
Nasıl olsa türkücünüzde varen artık, şimdi de renkli neon ışıkları asmalısınız.
Aynı köprüye astıklarınız led!ler gibi…
Ama sırada kızınız ve iç oğlanınız varsa acaba hangisi?

kasıma doğru 2007

Top'lu iğne 30

Danıştay kalem atarsa, o zaman ben de bu kalemi kırarım!

Evet. Ankara’nın kalbinden kaleme almaya çalıştığım gazeteprotta ki son yazımda birlikteydik o defa. Belki de son kez birlikteydik bu heyhat yaşamda!
Zaten tehdit, hakaret ve dedikodu har vurup harman savurmakta….
Belki de biz kaç kişiyiz ortamında?

Yazmış ve aşağıdaki yazıyı kaleme almıştım bir süreliğine (zorunlu olarak) ara verdiğim gazeteport yazılarıma.
Şimdi yeniden başlama zamanı; izin verildiği müddetçe elbet.
İnandıklarımın ihanetleri beni artık hiç üzmeyecek.
Aksine kamçılamaya devam edecek……

Bir baksanıza, polyester çöplüğüne dönüştürülmüş tekstil sanayiimizde üretilmiş bayrak patlaması, sonunda milleti şaşırtıp illet etmiş ve dökmüş sanki sokağa.
Yine malum sermayenin iplik tüccarları bundan ciddi kazançlar sağlamakta nasılsa işin sonuda. Kütük, yani Kütahya ve Trabzon üzümleri kurumu ise bu durumda uyumadan tüm jakobenist baskılardan da feyz alıp bu mazlum ulusu damıtılmış rakıyla uyutmakta pek geç kalmamakta.

Diğer bir yandan ise ne komikdir ki, minibüslerde ihtiyacım var yerine artık gümbür gümbür mehter marşı çalınmakta. Çünkü malum sermaye hala faiz pazarlamakda biraz daha ustalaşmakta. Tüketici Pir Sultan Abdal’dan daha aptal ya nasıl olsa? Ama tam bu oluşumların kaotik karmaşasında siz sanmayın ki Türk Ordusu şu an Kuzey Irak’ta. Zamanlama sağlamdı ya! O yüzden, Esad gelip Hiçtinye de dükkan bile açınca; bence çoktan (Suriye’de) güneyden kuzeye it (italya devletinin trafik sembolu) izi sürür bizimkiler belki de gizli bir manevrayla.

Tarih 23 Ekim 2007.
Saat 19:30 sularında alacakaranlık henüz bozkıra damgasını sunuyor.
Bilkent önünde 5000 kişi adeta kahrolsun yasadışı örgütler yaşasın faşizim diye çığlık çığlığa soluyor. Arada cılız olsa da, sokaklarda "ya ya ya, şa şa şa Fenerbahçe" tezahüratları bile solgun kalmış ve boyun büküyor.

Yer: Ankara Palas, yani Devlet Konuk Evi.
Diğer bir tarifle eski meclisin karşısındaki, yani Ulus semtindeki tarihi bina.
Balkondan salona akan seçkin konuklar, yeşil salondaki 2023’e Hikayeler'den kurduğumuz enstelasyon sergimizden başlayarak yerlerini yavaş yavaş alıyorlar. Bahçe aydınlatmasının mor ve yeşil ışıkları sanki gökkuşağının altından geçiyormuşsunuz duygusunu aşılıyor.

Salonda İsmet Paşa’nın zarif kızı Özden Toker’den Hürriyet’in eski patroniçesi Sn. Belma Simavi'ye hatta yeni patroniçesi Sn. Sema Doğan’dan Sn. Emin Çölaşan’a bir arada dostane bir eda ile konsensus aranıyor.
Başka kimler yok ki bu arada orada.
Rahmetli Vehbi Koç beyefendinin kızı Semahat Arsel’den, Anayasa Mahkemesi Başkan Yardımcısına, Loğolu'ndan Halefoğlu'na, Sn. Hikmet Sami Türk’ten Sn. Uluğbay’a kimi ararsan ara kutsal mabed misali Anaçev ve İnönü Vakıfları için hepimiz saygı duruşu ve İstiklal Marşı ile gözyaşlarımıza o gece bir türlü gem vuramamakta.
Halbu olunca da ihale kalır elbet benim gibi bir yamağa böyle bir ortam oluşturuluyorsa.

İhaleler sessiz halolurmuş bu siyasal yapıda.
Onların yalancısı olmaktan bıktım.
Doğru buysa susuyorum sonunda.
Ama sanmayın ki sonsuza dek bu defa.
Konuşacağım elbet haklarım çalınmaktaysa.


Bir zamanlar mekanın Gece kulubündeki ünlü İtalyan diva Mina’nın canlı söylediği şarkılarının replikleri artık solmaya başlasa da, sebebidir ki kalorifer yakacak yakıt imkansızlıklar yüzünden kolay bulunamamakta. Osman Çetintaş’ın gayreti olmasa, belki de enkaz altında kalacağız tarihi mekanda.. Ama herkesin duyguları sımsıcak ve de ortamı ısıtarak geleceğe mesaj dolu göndermeler aktarmakta. Mehpare Çelik hanımefendinin sunduğu gecede, Durul Gence ve Ayten Alpman, Ayla Büyükataman, Metin Serezli ve Gökhan Sezen ise Ata'mızın sevdiği şarkılardan şiir ve anılardan oluşan ağırlaştırılımış bir program sunmakta.
Dans da yok eğlence de ama gönüllerde bir huşu var ki çok zor anlatılmakta.
Hatta, Şehitlerin merhum bedeni soğumadan 15 inde onbeşbin genç, laik, demokrat ve çağdaş genç yetiştirmek için Anaçev ve İnönü vakıflarından yardımlar yağmakta…
İşte o anda gelişen olaylardan halk ve dava dostlarım hariç sermaye köpekleri olan bitenden bihaber ve susmakta. O yüzden "susma, susdukça sıra sana gelecek" var şimdi aklımda. Demiş ve şunları sıralamışım.
Bakın neler olmuş o arada:

İster, Maçka'daki yeni dükkanımızda.
(Faaliyete geçmiş)
İster, 14 kasım 2007 Swiss Otel balo salonunda.
2023 e hikayeler xvıı – uyanma zamanı-
(Doğan gurubunun salondaki yoğun ilgisi gerçekleşmiştir.
Ama yansıtmaları mümkün değildir.)
Hatta Mart ayında Prova Odası adlı tiyatro oyunumda.
Belki de Nisanda ikinci kitabımda.
Bu Ocak ayında ise,
Her hafta ekranda hemde bir haber kanalında
Çengelli iğne.
(top’lu iğnem batmış çıkmıştı. Bu kez taktım mı kilitleyeceğim.)

Laf bu kimbilir nereye gider?
Ağız bu, isterse adamı torba gibi büzer.
O yüzden dediğim gibi
Sözü süzmenin manası yok.
Süzünce özünde rafine edilemiyor.
Nedense sızınca daha da lezzetli..

Ve de 2007 ekimi
bkz EMİN ÇÖLAŞAN
HER KUŞUN ETİ YENMEZ
SAYFA 109

BÜYÜK PATRON DEĞİLİZ . AMA KOVULMAYIZ KOVMA LÜKSÜMÜZ VARDIR !

Top'lu İğne 29 (MERDE!)

Hülasa ül ala neyin arapçası?

Elbetteki defekatif atıkların insanoğlu tarafından yenmesinin.
Bu coğrafya, bu kafa ile gittikçe de, meraklı burunu o defekatif dışkıdan pek çıkamayacak gibi görünüyor.

Ne alaka demeyin sakın.
Şöyle derin bir nefes çekin ciğerlerinize ve köpeklerde beş milyon ama insanda ikiyüzbin olan koku sinirleri ile sentezleyin bakalım atmosferi.
Çengelliiğne'nin provaları bu yazılar.

Kimi zaman bir gazete haberi, kimi zamanda bir internet sitesi.
Yaz bakalım hayali Küçük Ali.

Gün geçmiyor ki kafayı meclis berberine takmayayım.
İmajmaker'ları her kimse oda iyi hülasa yemiş hani.
Mustafa Keser misali üzüm kırmızısı saçlı, keli açık vekillerin ekranlarda boy göstermesi bir yana, DTP li vekillerin Cartier gözlükleri ile ahkam kesmesi diğer yana.
Acaba bu görünümleri ile halkın, iktidarın yarattığı hipermetrop (yakını iyi görememe) sorununa çözüm mü bulduklarını sanıyorlar?

Seçim öncesi de meclisden (tanıtımlar daire başkanlığından) aranmış ve T.B.M.M. kostümlerini tasarlamamız istenmişti. Terzi ve yamağından bile prim yapmaya kalkışan bu zihniyet konuyu medyaya sızdırmakta da hiç gecikmemişti. Cevabını benden aldılar elbet;
Siz meclisin çaycısını, müstahdemini giydirmeyi boşverin.
Bu yurdun bütçeleri, onları en büyük terzilerden giydirmeye müsait değil.
Önce maaşlarını düzeltin. Sendika haklarını geri verin.
Onlar nereden ne giyeceklerini sizden daha iyi bilirler zaten.

"Bir başka açıdan meclis" projesinden hatırlarım İsmet İnönü paşanın çalışma masasına yerleşmiş ama o mobilyayı İnegöl işi ciladan geçirmiş adamın kılığını. Ramazan sabahı prens de galle ceket, lacivert çorap, kahverengi ayakkabı…..

Derken dün bir de gazete haberi.
"Tayyör bayan vekillere dar geldi."
Gelir ya!
Yemiş yemiş defikasyon edememişlere hep dar gelir o tayyör.
Adalardan yakında bana da bir yar gelir bu durumda elbet hanımlar beyler.
Siz boyalı saçlarınızla diş dolgusu üzerine eğrileri tartışıp doğruları gizlemekte uzmansınız ya nasıl olsa…

Örnek farklılığı yaratalım bakalım da, konu dağılsın biraz.
Kitap Fuarındaydık.
Binlerce talebe salonları doldurmuş Belediyenin onlar için özel sektöre ödediği para da kasaları doldurmuştu.
Karşı pavyonda Sn. Vural Savaş, bu tarafta ben kitaplarımızın başında oturuyorduk.
Füsun Önal ile de kıkırdaşmayı hiç ihmal etmiyorduk.
Çoluk çocuk bizi nereden tanıyacak ki?
Onlar ancak Bülent abilerini, Seda ya da Hülya ablalarını bilirdi.
Dini yayıncıların hegemonyası ise oldukça belirgindi.
Kitap ve tasarım adına ise herşey sessiz ve boyunu eğikti.
Ntv yaklaşıp nasılsa benden roportaj talep etti. Neden olmasın dedim.
TGRT haberin canlı yayınından nasılsa şimdi inmiş,
Erdal İnönüye allahtan rahmet dilemiştim.
İlk aptal soru gecikmedi.
Sizin kitabınızı basacak yayın evi nasıl buldunuz?.
Cevabını vereyim Siz 385 milyon euroluk Plovdiv - Svelingrad demiryolu ihalesine bulaşmanın yolunu nasıl buldunuz ki?
Peki ya İSTON ne hülasa yer orada.
Kaldırım bile yokken burada?

-Ama bunu yayınlayamayız ki! :)

Sonra pahalı müteahidlerin ödül töreni gecikmedi nasıl olsa.
Ama nedense hep yurt dışı..
Demedim ki kayıt dışı!
İş kendinize gelince çatır çatır yayınlarsınız ama.
Hatır hatır kaşınmanız durmalı artık yayıncılıkta…
Vatandaş da çamurdan, bebesinin okul önlüğünü arayadurursa,
sonunda üniformayıda yeniden bulur nasıl olsa…


Artık o üniformaya da çamur bulaırsa seyleyle gümbürtüyü yamak hepsine diker nasıl olsa !

ekim sonu 2007 ne değişmiş ki ?

Top'lu iğne 28 Gel beri !

Aç bana 600 şişe şampanya?

Aşağı mahallesinden bir türlü kurtulamadığımız malum hilkat garibesi yine ne dolaplar çeviriyor?
Sn Seyfi Dursunoğlunu masa örtüsü giymeye zorlayan zihniyet bu kez kimden intikam alıyor?

Uyanma zamanı dediğimiz defileden çıkalı henüz iki gün olmuş.
Malum sermayenin köpekleri şahsıma saldırmaktan yılmış yuvasında çörekleniyor.
Onlara göre bizler yokuz.
Ama bazıları Kızılhaç yönetim kuruluna dek her yerde varlar ya?
Oturma odasındaki televizyon nasılsa açık.
Hava ise henüz kararıyor.
Perez tablete sulanmış, sakal ı şerif hatırlatılıyor.
İsrail de ise o ara bir böbrek nakli daha gerçekleşmiş…Menşeyi belirsiz…..
Ben ise, yemek masasının başında ucuz hamsiye doyma mücadelesi vermekteyim.
Birden bire pantalon balığı misali bir haber saklandığı yerden fırlamış ve ekrana yapışmış midemi bulandırıyor.
Şaşırmayın anahaber bu.
Aslına bakarsanız en baba haber de bence.

21 Şubat 2006 da başlatılan süreç Pentagon haritalarında pazarlanıyordu ki, Sn Erdoğan, Türk kurultayında Ermenistana nasıl ders vermiş onu konuşuyorlardı,
-Tanrım bir cephe daha mı? - demeden birkaç doz birden gözbebeklerimize yılanın tükürüğü misali acımasızca yeniden fırlatılıyordu.

Müjde barıştılar. Malum şahısın yanında heyhula bir klima olduğu halde, pavyon misali, önceden açılmış, aliminyum kağıtla bekareti tamir edilmiş şişeler diziliveriyordu masaya. Alına konulan kutsal öpücük, günlerdir süregelen karı koca hayatı tartışmasına da noktayı koyuveriyordu.
Kadın kılığında ekran yasaktı nasıl olsa Sn Seyfi Dursunoğluna.
Ama aşağı mahalleleri, zaten mahalleden gelen zihniyetleri pek umursanmıyordu.
Kadın olacakken hadım olanlar da ortada at oynatıyordu.
Hemde hediye edilmiş tahta atlarını.

Halbuki 1978 yılında sokakdan okul dönüşü alınmıştım bir T.C. resmi minibüsüne.
Sorgu sual olmadan saçım traşlanmıştı o gece Beyoğlunda bir nezarette.
Gurur kırıklığımı henüz farkedemeden, bir çoğu ile Haydarpaşadan trene konmuş ve Eskişehire sürülmüştük kamu oyundan gizlice.
Yönelimlerimizi sırf özgürce kullanıyorduk diye..
Eşcinsellik anayasımzda hak ve özgürlükler kapsamında koruma altına alınmıştır.
Suç teşkil etmez.
O zaman cezalandırılamaz da!
Ama heyhat.
Kimine kavun, kimine kelek ama karpuzcu arabasından yönetilir bu memleket!

Şimdi, 1980 ihtilalilin kavonozdaki belgesi ne çabuk unutulmuş demeden alamıyorum kendimi.
Sonraki canlı, kanlı ama can can lı yayında ilk soru da bunun üzerine gelişiyordu yayın başlarken.
Kaç şişe efendim reji merak ediyor.
Ee, anahaber gayrı meşru baba olursa bu durumda hopstar kakaturka olunmaktan da kaçamıyordu hani benim gözümde.

Derken tiyatronun dilber dudağı örgülere tutsak oluşunu izliyoruzduk diğer yanda ibretle.
Keşifler ve icatlar ansiklopedisinden fırlamışcasına her tür yeni buluş ekranı dolduruveriyordu.
Soğan kesme makinası önden, fabrikasının açılışı ise arkadan geliyordu…
Biraz daha afyonlanıp biraz daha zehirleniyor bu toplum.
Her tencereye 4 soğan reklam arasında ise patlamış mısır deniyordu…

Kahrediyorum ama yılmıyorum.
Karnım doymuş işimin başına dönüyorum.
Riyad müşterisinin elbisesinin eteklerindeki devekuşu tüylerini, hatim indirircesine bu durumun müsübetlerinin üzerine beddua ederek yan yana dizmeye sabaha dek devam ediyorum.

Biliniz ki hanımlar beyler şimdi uyanma zamanıdır.
Uyutulan bebelerinizin yeni tüp bebek merkezlerinde imar izinsiz yaratıldığına şahit olmaktayız.
Kotalarla kapatılımış pirinciniz ve buğdayınız artık kilitli ithal tohumlara mahkum.
Öyleki darı ambarlarında pastörize süt bile yaratmaktayız…
İşte Milli Piyango, işte Soros ve işte canım Türkiyem.
Doğrayalım hadi soğanı.
Aç karnına bir baş soğanı artık gediğe koyma zamanı.



Silah bırakalım, siyasi çözüm bulalımların çoktan hazır klişe cümleler olduğunu anlamayacak kadar bıçkın mahalle kabadayısı olmasak da, leb demeden leblebiyi anlayacak cüretimden mi yoksa efemineliğimden mi korkarlar acep? Benim plastik çiçeklerim yok bahçevanlarımı mı anlatsam tek tek;
Korkunun ecele faydası yoksa, ya onlar beni ya da ben onları yenerim.
Çünkü, bir ben vardır bende benden içeri yi de iyi bilirim.

Ey, Cumhuriyeti Avustralyanın havai fişeğine boyayanlar.

O gece, Boğazda havaya atılanların neden çoğunlukla sarı kırmızı ve yeşil olduğunu bilmezmiyim zannettiniz.?

Geçen yıl 28 Ekimde yaptığınız ışık gösterisinin, ezan vakti köprüye cami inşa ettiğini de mi görmedim dersiniz?

Dokonulmazlığı bir gün dokunaklı yaptıklarında ise aşağıdakileri de dinlemeyeceksiniz:

Hey gidi vale servisinden muktedir yatağına yürüyen jigololar.

Hey gidi bakılık medya.
Hey gidi Atatürküm.
Seni gidi Amerika,
Beri beri del bakalım musa doları washington kokulu mürekkebim

ekim 2007 sanki bu gün ne değişti ?

Top'lu iğne 27

ÇADIR DÜĞÜNÜ

Yıldız tarihi;
hicri 33 65 744, praline bayramı
ve iniş yörüngesi ise Jedi’nin de Cudi’nin de çadırları değil!

Bir yanda, size bahsettiğim Çeçen baskını mağdurunun karısı Ayışığı hanım sınır ötesi harekatı konuşmakta; diğer yanda ise, seferi kolonilerle Hiçtinye parkından sıkılarak çıktığı keşif ve alışveriş gezisini, bayramı da bahane edip, üslerinin iniş pistine babasının uçağı ile geri dönmektedir.
Hava koridorları devrin Bush’a bakanının uçağına da yol vermeye çalışmaktadır.
Zaten tüm bu yollar galaktik emperyalin kontrolü altındadır.
Yüksek konsey ise, sömürge olarak elde ettiklerinin ganimetlerini kervanlarla düğün alanına taşımaktadır. Giyinmekte mubah olduğuna göre giydirmekte artık mübahdır.

Aynı havaalanı içinde, saltanat gemilerinin imparatoriçesi ile evli olan eski Katılgan filo komotanının oğlunun çadırı ise Yahudi organziatörler tarafından meşhur düğün için hararet ile süslenmektedir. Normal vatandaşlar alan çıkışında gezegenin dar sokaklarına ya da siyasilerce kesilmiş baba caddelerine ulaşamamakta ve sorunlar yaşanmaktadır.
Ama kimin umurunda?
Tüm bu hummalı çalışmanın amacına gelince:

Havuzda bikini ile güneşlenen kadının anneansesinin sandığından çıkan altınlarıyla da, duruma kurumsal bakanın oğlunun düğününde simitçisinin getirdiği altınlarının kıskanılması dahi söz konusu değildir. Medeni nikah gereklidir. Ama imamın kıyacağı dini nikah için daha fazla altına da ihtiyaç vardır. Hani elektrik demiştik de kolonial dövize endekslemiştik ya! Onun gibi bir şey işte.

Vatandaşların evcil hayvanlardan sonra chiplenmesi ve fişlenmesi için de bu altınlar muktedir iktidarlar için elzemdir. Ama aynen Viagra gibi. Çünkü evren tüm iktidarları seçildiklerinde ayakta alkışlar ta ki gaflet ve dalalet içine düşüp nefret edilinceye kadar.

İşte o Pazar Beşiktaş maçı sonrası iftara gelen bir memur dostumu resmi aracına yolcu etmiş, apartımanımın kapısına yayan dönmekte idim. Karanlığın içinden aniden karşıma çıkan iki arap turist bana daha önceden yanımızda olan ve şimdi taşınmış olan hava yolu şirketinin adresini sormuştu. Saat 22 00 suları durulduğu doğru muydu?

Derken gün geldi çattı. Şenay Düdek ve ustam Yıldırım Mayruk beyefendi yanımda olduğu halde biniş kartı 219 nolu Dubai uçağının kapısına çarptı.
Hey bre bayat hayat. Bayatlamaz yoğurtlara banıyoruz seni!
Kuyruk sürer gider de bir püflük ve bir kahvelik vakit kalmaz mı dört saatlik bayram tatili uçuşu öncesi? kalır elbet. kalır da yamak da yolda kalır!

Önümdeki masada, kentli iki çift çantamdan düşen isim etiketi nedeni ile ismimle sesleniveriyor. Eğilip yere düşen kabin etiketini alıyorum. Önümden geçen iki gölge kasaya yaklaşıyor ve iki de sandeviç ısmarlıyor. Isırır ısırmaz ise -Sizde domuzsunuz. Bunda domuz eti var. Paramı geri verin. deyiveriyor.
Müdahele gecikmiyor. Nazikçe uyarıyorum:
-Haklısınız üzerinde ibare yok. Ama bunu bta’ya yazmalısınız. Küçük hanım beyefendinin parasını iade etmek mümkün mü acaba?
Dedikodu çarkı gibi bir telefon trafiğinin ardından sorun çözümleniyor.
Ve genç sakallı yolcu bana dönüp bir sigara talep ediyor.
-Thank you. (teşekkür ederim)
-Dont mention. (belirtmek yersiz!)
Derken adımı bir kez daha duyuyorum.
Bozuk şivesi ile İngilizce olarak 501 blue jean’ li arap bana kimliğimle sesleniyor.
-Barbaros Şansal bey. Üç gündür birlikte idik. Beraber seyahat edeceğiz ama yolculuğumuz sizinle daha devam edecek.

O gözler aynı mavi gözler.
Apartıman kapımdaki aynı telafuzdaki sesler.
Teşhisde şüphem yok.
Uçmayı reddediyor ve bagajımı uçaktan indirtip derhal havalimanı emniyetine müracaat ediyorum. Son derece profosyonel sondajlarda ne yapılması gerektiğini emniyet görevlilerinden öğreniyorum.

Sonuç Mu?
Dostlarım orada ben burada!
Kapıda 24 saat sivil, gönlüm olamadı bu bayram hovarda!
Kim bilir belki başka bahara buluşuruz belki de eskisi gibi bir Libya çadırında?
Oysa o gün yoktu benim altınlarım boynumda.
Her şeye rağmen otağ kurdum, gülüyorum hayata!..

Bir ekim 2007 bayramı gezisinden önce :)

Top'lu iğne 26 Giy giyebilrisen ?

Peki ya giydirmek?

O da bizim, yani dikişçilerin mesleği işte.
Ama sadece elbise değil biraz da laf giydirmek asıl mesele.
Nasıl olsa oynanan oyun, yüzlerce yıl cezayla yargılanan posterize bakanlara bir türlü hüküm giydirememekte!

Aksesuvar.
Kelimenin tam anlamıyla bedeni ve ölçüsü olmayan, ancak stili ve bedeli belli ama ederi olmayan statü belirleyici mal.
Örneğin, monogrami desenli meşhur Fransız Yahudisi, tren koltuk tamircisinin çantalarının yanısıra, duydunuz ki karılar, çer çöp atlayıp 300 euroluk gözlükleri açılmamış dükkanlardan kapışmakta. Askari ücret ise halkı altı delik iskarpine zorlamakta. Zaten; Dost başa düşman ayağa bakarmış ya.

120 000 ayakkabı işçimiz işsiz, aç ve sokakta.
Vitrinler ne idüğü belirsiz ve kalitesiz İthalyan mallarına boğulmakta.
Eee, mesele Yan olunca da Amerikan parlementosu da olacaktır zalim sorumlular arasında.
Pırlanta da KDV yüzde sıfır nasıl olsa.
Ama beşlik ambalajda halk ilaç bulmakta zorlanmakta.
Peki ya eğitimde durum ne acaba?
Yoksa ders kitapları da mı artık işe yaramaz aksesuvarize birliklerimiz arasında?

Kumaş,
İşin aslı elbette ki dokumasında.
İnce eleyip sık dokuyunca insan hayatı anlaşılacak nasıl olsa!
Azimle defikasyon sonunda getirir muhakkak erezyon değil mi ya?
Atkı ve çözgülerin arsında gezinen mekik misali hayat bizi aslında bilgiyle dokumakta.
Elyafın içeriğide oldukça önem taşımakta.
Örnek mi. T.C. Dünya Bankasına borçlu ülkeler arsında yüzde 9.3 ile ilk sırada..
Terkos Pasajında ise, bir tekliğe, kullanma talimatında ateşle yaklaşmayınız yazan genç kız giysileri pazarlanmakta… Hal bu olunca da, zan ayincilerimiz devletten derhal şok faiz indirimi talebinde bulubmakta. Söke söke alacaklardır da. Her devrin adamlarından bolca var basıl olsa…

Stil,
İşte en zor olanına geldik sonunda.
Hiç birşeyin sonradan olunmadığı öyle doğulduğuna hiç şüphe kalmamalı bu konumda. Çünkü, biz nice insanlar gördük ki üzerlerinde elbise yok, nice elbisler gördük ki içine adam yok! Hep bir başkası olma çabasıdır gidiyoruz vesselam. Feyz almak güzeldir ama taklit etmek asla! Orjinal de aslında ortadadır hala.
Külhan beyi, asilzade, ikoncan, zengin, ve ünlü olmak artık revaçta.
Ama yüzde seksen yüzde yirmiyi seçer.
Ve zamanı gelince de enter düğmesine parmak basma eylemi bir kez daha işler.

Renk,
Daltonizm kıvamındaki plotikacılarımız akım derken kakam der ve coğrafyanın asıl rengini belirler. Ancak halkın bir bölümü karaçarşaf, bir bölümü de beyaz yaka derdine düşer .
Oysa hani ruhumuz da kanımız da kırmızı beyazdı Mustafa Kemal Atatürk der.
Grileştirilen yaşantımıza bir de çeşitli sembol ve numarlar eklenerek desenlendirmeye çalışsalar da İşe yaramaz. Yaşlılığın yedi belirtisi yerine, tayfın 7 rengi nasıl olsa güneş var oldukça ışıldar. Saklanamaz.


Terzi yamağı
ekim 2007 si

Top'lu iğne 25

Giyinmek güzeldir..

Öyle ki;
Güzeldir elbet. Hani daha önceden de söylenmiş bir söz gibi,
uğruna soyunmak için giyineceklerinizi hayal edebilmektir.
Ancak, naif ve ütüsüz kimlikleri ile çıplak olmaları kaydıyla.
Çünkü, erotizm ve müstehcenlik arasındaki çizgi saç kılından da incedir.

İşte tüm bu nedenleri göz önüne alırsak, soyunmak da güzeldir.
Ama bir kazuletin bir başka kazulete, kakafoni tadındaki bir tv programında, seksi hareketler ile eldiven çıkardığından dolayı
–Türk örf ve adetlerine aykırı davranıyor!- diyerek değil!
Ya da, 30 yıl erkek kalmış, sonradan cinsiyet değiştirmiş birinin kadınlara giyinmeyi öğretmesi de değil…Anlarsınız ya…..?

İşte bu nedenle günümüz modasında neler oluyor bir göz atalım dedim.
Neticede dikiş değil mi mesleğim?.
Dike dike hayatı tanıdığım bu zanaatin bir başka ilginç yanını bilmediğinizden de oldukça eminim.

Şöyle ki;
Bir gün duayen bir gazeteci abim bana, "Genellikle ülkelerin kaderi, en ünlü kadın terzileri ve kuaförlerinde çizilir" demişti. Gülüp geçmiştim o zamanlar ben buna. Ancak terziliğin kapsamına daldıkça kimler kimler çıkıyor o delikli, ya da toplu iğnenin ardında…

Örneğin, Asil Nadir beyin annesi terzi.
Eva Peron da öyle..
Ama bu şahıslar ile kaderciliğin alakası yok elbette.
Çünkü, genelde güçlü kadınlar, güçsüz kocalarının yedikleri haltları, ya da onlarla birlikte oldukları ortamlardaki istihbaratlarını bu mekanlarda birbirlerine ya da terzi ve kuaförlerine anlatırlar derler.

Biz hep üç maymun olduk mecburiyetten.
Çiller döneminde ki devalüasyonu biz atölyemizde, eski tezgahtar olan merhum bir bayan milletvekilinden önceden duymuştuk.
Ama az olan birikimimizi bu doğrultuda yönlendirmedik.
Herkesle birlikte birazını biz de kaybetmiştik.

Şöyle ki;
Kimi zaman bizlerle yapılan sohbetlerdeki konuşmaların potansiyel tehlike barındırdığın bilir misiniz? Zaman zaman sizin de başınıza gelmiştir hani. İşte böylesi bir olay benim başıma bir kez daha geldi.

O gece, bir yerde, bir köşe yazarı ve bir patron sekreteri ile tesadüfen bir araya gelmiştik. Sohbet, anı, gülmece karışımı muhabbetten alıntılar ile oldukça da eğlenmiştik.
Ben öyle sanmışım.
Oysa o sarışın sekreterin işgüzarlığı ile patronun karısının kulağına tüm konuşma bir şekilde üflenivermiş meğerse.
Üstelik metamorfik bir değişimle.

Köşe yazarının bana dönüp;
-Kimlerin size borcu var? sorusuna espiri olarak
-Senin patronunun kızının borcu var mesela!.. demiştim.
Şaşıran köşe yazarına da durumu şöyle izah etmiştim.
-Sorun yok. Sadece şaka. Giysi bitti ama henüz teslim edilmedi.
Çünkü tadilat talep edildi. Üstelik nezaketlerinden borçlarını bile sordular. Hatta, yine bir düğün zamanı, yurtdışından özel jetle gidip ısmarladıkları giysilerde de sorun olunca, biz kısa zamana rağmen kendilerine yardımcı olmuştuk. Yıllardır servis verdiğimiz bir aile neticede. Çok da zarif insanlar. Hele …… hanım!

Düşünün ki;
Hani kocam yumurtladı hesabı gibi bire bin katılmış.
İçinde yalanı olmayan o geceki ironik muhabbet nasıl yılan gibi aktarıldı ise, o hanım da ustama telefon açıp beni bir güzel şikâyet etmiş.
Hemde "Sizi küçültüyor" diyerek. Kısaca karın seni aldatıyor misali.
Oysa bu mecrada kim kimi aldatıyor dersiniz.

Hal bu ki;
Birincisi; ben madem konunun muhatabıyım, bana telefon açılmasını yeğlerdim. Ama ben kimim ki… Basit bir terzi yamağı.
Böyle bir durumda dahi, ben o sekreterin daha önceki benzer vukuatları dahil hiç bir şey söylemez ve sadece o hanımdan özür dilerdim.
Çünkü kadınların hepsi bana göre hanımefendi.
Ve hepsi sevgiyi, övgüyü ve saygıyı hakediyorlar.
Hele bu erkek egemen acımasız toplumumuzda.

Hiç olur mu ki;
O sekreter; laik ve ulusalcı duruşu ile tanınan bir haber kanalının genel yayın yönetmeninin, sunucu bir mankeni ile aşk yaşadığını söylesin ve gelinlik dikişinin bende mi olduğunu sorsun. Haberim bile olmayan bu konunun da kurbanı yine ben olmuşum da ben hariç herkes duymuş.
Suç ve ceza bana ithafen bir kez daha yazılmış…

Hiç mümkün mü ki:
İşsiz kalan gazetecileri işe yerleştirme konusunda oldukça becerikli sekreter onları yanına almasın. Hepsinin de sırrını pervasızca herkese aktarmasın.

Ama güvenlik kameraları derki;
Swissoteldeki Çeçen baskınında damat patronu dalgaya kalaınkaya ile çimlerde donla yakalanmasın kaçarken !

İnanmam ki:
O sekreter, patronun ayışığı ve tatlıpınar adlı kızları hakkında atıp tutmasın!
Onlarla lüks mevkide birlikte uçmasın…

Ola ki,
Kuaför ve terzilerde pek birşey konuşmayın.
Medya patronu sekreterlerine ise asla bulaşmayın.
Konuşulanlara da sakın ola muhatap olmayın..

Patronun yıldız kılıklı sekreterine gelince:
Şunu söyleyebilirim ki; O sadece süslenmesine ve giyinmesine baksın!
Neden mi? Tip kanunu çıksa hakime kalem kırdırırda ondan!
En önemlisine gelince.
Siz diğerleri gibi deyimleri yanlış kullanıp arı kovanına çomak sokmayın.
Kirli çamaşırlarınız, patronun kasasından çıkarda kıçınıza arı sokmuşcasına yapışıverir sonra…

Terzi yamağı
Ekim 2009

Top'lu iğne 24

Şimdi reklam arası!

Peruğu yampirmiş Ayşe teyze edalı Amerikan stili memnune, beyaz önlüklü adama elinde mikrofon olduğu halde yanaşmış, pişmiş kelle ifadesindeki suratı ile şöyle soruyor.

-Ev hanımları çok merak ediyorlar.
Acaba bu kadar taze çileği nereden buluyorsunuz?

Gözlerimizin önünde birden stüdyo içine kurulmuş bir çilek tarlası beliriyor.
Yine amerikan portre kadrajda ise cefakar Anadolu kadını rolündeki oyuncu elleri ile çilek topluyor.

-Biz çilekleri mevsiminde tek tek seçerek ve üreticisinden alarak derin dondurucularda kullanım vakti gelene dek taze taze saklıyoruz.

-Evet hanımlar gördüğünüz üzere aynen evinizdeki gibi.

Doğru vallahi.
Arnavutköy sırtlarından biraz da Osmanlı çileği toplasalar da kokusunu da dondursalar dedirtir bunlar insana.

-Peki ama rengi nasıl o kadar pembe oluyor?

-Pancar kullanıyoruz ki bkz. Tamamen doğal.

O arada, yarım bir kırmızı pancar, sapından hallice kavranmış,
Hariri suikastinin rengindeki akışkan bordo sıvıyı karıştırmakta laboratuvar tüplerinden birinde.

-Evet hanımlar aynen kompostolarda kullandığımız gibi değil mi?
Peki nasıl bu kadar kıvamlı olabiliyor bu yoğurtlar?

Beyaz önlüklü kimyager gıda mühendisi ise aynı kadrajda, genetik biliminin de verdiği hinlik ile şöyle açıklıyor.

-Suyunu alıyoruz imalatda. Aynen evlerinizdeki süzme yoğurt gibi.

-Peki bu kadar uzun süre rafta nasıl kalıyor ki?

Ve işte en can alıcı nokta dramatik bir cevapla burada yaşanıyor.

-El değmeden özel makinelerde imal ediyorlar.

İneklerin memesine yapışan vahşi aletler gibi, bir başka otomasyondan,
petrol türevi kaplara alçı kıvamında sistematik boşaltımlar apışarak devam ediyor.

-Asla bakteri barındırmıyor. O yüzden de hiç bozulmuyorlar.

Hey gidi nanino hayat! Memnune reklamdan aldığı paradan memnun tekrarlıyor;

-Aynen evlerinizdeki konserveler gibi hanımlar.
Güvenle çocuklarınıza yedirebilirsiniz!...

Ben de şunu ekleyeyim bari. Aynen çilekli peynir gibi.
Yatılı yıllarımda beyaz peynirle vişne reçelelini, tereyağını da (ki margarin modası başlamıştı) bal ile çatalla eze eze püre yapar öyle yerdim. Ama böylesini hiç bilmezdim. Hey gidi tadında kokusunda ve rengindeki hayatları bize zorla sunanlar. O satan değil de, stokları fazla dolan vatanın konserveleri yüzünden mi çıktı acaba İran – Irak savaşı demeden geçemiyor bu durumda insan.

Duygusal reklamdaki su satan çocuk geliveriyor gözümün önüne.
Açıkta üstelik hijyen olmayan sağlıksız plastik bir kapta.
Hem de Eminönü’nde..
Yeni cami önünde...
Metal paralar, slow montion (ağır çekim) avuçlarına doluşunca da,
kaldırımın işgal edilmemesi için artık bir yasal neden kalmıyor.
Bir plaj şemsiyesi, bir kaç tahta tabure ve yeni mamul limonata dahi artık mönüde...
Para, para ve para.
Ara, ara. Sen daha hala adaleti ara.
İçine kim sürç-ü lisan ettirdi acaba?

Sanki ekranın alt köşesindeki kronometre zamanı geriye çevirmiş,
saniyeler hızla ve gittikçe de azalmakta.
0 noktası mı hatırlatılmak istenen acaba?
Zekeriya hoca, program başı aldığı bağışı unutmuş, bir gazeteciye Hıristiyanların 5. Ordusu’nu bir de edep yerlerine endeksliyerek anlatmakta.

Türk mühendisliğinin ürünü ise Eskişehir yerine alttan alttan Singapur’dan el sallamakta. Sponsorlu spor yazarı ise omuzlarından aşağı, boş havuzda bikini ile paparaziye yakalanmış başkan misali Yahudi’nin tesettür eşarbını sallamakta.

Aklımda omzunda askısı, elinde çanı mahalle yoğurtçusu da var.
Arka bahçede tavuk yetiştirmek bile yasaklanmış günümüze göre tok olduğumuz günlerdi o zamanlar. Ekmek altmış eski kuruş, Özdemir Erdoğan’dan ise hava da bedavaydı hatta su da. Şimdi çanlar kimin için çalıyor bilmem ama; bu yurdun üretenine, çalışanına, doyuranı ve koruyanı için değil mutlaka.

Kilitlenmiş hibrit tohumlar da var hani.
Tavuk yiyen eşcinsel olur’lara karışıyor ve hemen ardından hormonlu domates ödülleri sahiplerine ulaşıyor. Buğdayımı, mısırımı istiyorum ben. İçinde oyuncak çıkan paketli cipsini değil. Pastorize yumurta dedinizdi, elimdeki artık süt şişesi bile değil.

Şimdi kurtlar sofrasındayız sanmayın.
Herkesin bu aralar malum yalanlara karnı tok olsa da gözle artık aç değil.
Çikolata, cips, süt. Peynir, yoğurt, sucuk.
Gıda mı gıda.
Deterjan, şampuan, çamaşır suyu ise kimya mı kimya!
Banka, inşaat ve otomotiv sermaye mi sermaye.
Hanginizden başlasak acaba?
İsterseniz bir reklam arası girelim.
Bir dahaki bölüme aragazı verelim :

Şimdi reklamlar!...

03.10.2007
Terzi yamağı

Top'lu iğne 23

Çaktı yağmur yağdı şimşek!

Şaşırdınız değil mi?
Evet, çakacak artık yağmur tüm hiddeti ile yeniden bu topaklarda.
Hem de öyle bir çakma ki, çakallar bile şaşıp kalacak bu işe.

Mesela elektriğe zam bile çoktan yampirik çakaralmaz yolunu adeta koşar adımlarla tırıs tırıs almaya başlamış. Sanayiye yarım, konuta ise tam zam kapıda kalmayacak o yüzden. Sanayi-i nefise nasıl olsa imha ya!
Düşünsenize zengine az ama tek ampüllü konduya iki misli.
Ampül kararacak anlaşılan.
Yeniden idare lambası ile defikasyon sağlanacak.
Altı çocuklu aileden su parası almayacağım diyenler şimdi malum dinin kölesi olmuş kimsenin yüzüne bile bakamıyor hayalindeyiz..
Doksan’a doksan tekstilciler, otel odalarında buldukları yirmi santim arabezini de o eşarba ekleyip yüzon’a yüzon çıkar sağlayabiliyorlar. Elbette, bu da onlara yepyeni vizon mantoları ile en yeni vizyonları bağışlıyor.
Beş meslek kavramının (bkz: zagasözlük.com) terzi olan kaidesi çoktan hayali bir otomasyon rayına konmuş bile. Üstelik, ben terzi yamağını bile görmezden gelmeye çalışıyorlar.

Babaannemin ada vapurundaki anıları canlanıyor bu durumda zaruretden.
İstanbul işgal altında ve Beykoz’da şarapnel parçaları mahalle aralarından toplanmakta.
Hatta bolşevik’den kaçmış generaller, madalyalarını ekmek fırınlarında karınlarını doyurmak üzere harcamakta. Ada vapurunda da durum farklı değil hani. Milli duyguları kabarmış bir Rum, küçük kızı oturduğu yerden hoyratça savurup: Kalk ordan vraysi, Ben oturacağum! emirlerini hayasızca savurmakta.
Hey gidi nobran kimlikler.
Hepimiz hıra dağının andı olduk sanmayın sakın günün sonunda!
Hırvat tepelerindeki paslanmaz çelikden haçlara o kadar güvenmeyin.

Biliniz ki çarıklı erkanının tafrası çoktan Ayvansaray sularının akisine takıldı kaldı.
Yeni oluşumlara gebe bu coğrafya yakında şaha kalkar mı kalkar.
Şimşekler de yağar mı yağar.
Ve gerçek iblis suratlar, çoktan sivilce yani hafif İngilizce anayasadan ders alır mı alır..

Yine biliniz ki kafalar bir kere daha karıştırılıyor.
Rahmetli Nejat Eczacıbaşı’nın hayallerindeki ilaç fabrikalarının yüzde atmışı satılmış, yerine yapılan alışveriş merekzinde 14 000 euro’ya ithal elbise satılıyor.
Modern sanat amacı ile yapılan Feshane’de şenlik, üzerinde şer olan ve zordan satılmış, planlanmış açıkhava anfitiyatrosunun yerine süzülmüş sermayenin plazası yükseliyor.
Hem de ereksiyon halinde.

Ve yine biliniz ki bu durum komedisinin bu oyunun kapılarının açılış kapanışı bizi maymuna çevirmeye çalışıyor.

Türk Telekom kablonet adlı firmayı bulamayıp haklarını Türksat’a devrediyor.
Peki ya Türksat kimin acaba?

Cinderesi’nde cinnet geçirmiş başkanların yeğenleri ise gökdelen inşaatlarının tepesinden vicdanen rahatlayıp cenderlerininde intahara hazırlanıyor.

Çak bakalım şimşek şimdi eskisi gibi.
Ata’nın gözlerinde çakan şimşeklerden nasib alamamış cehalete yağdır bakalım tekrar oklarını.

Çanlar bugün kimin için çalıyor dersiniz?
Çanakkale keramik (!) teknolojisi için mi acaba?

Terzi Tamağı
2007 Eylülü

Top'lu iğne 22

Assolistler mi, yoksa bizim kaz solistler mi daha çok para eder?

Epeyce bir süredir devam ettiğim şu sözlük meselesini şimdi bir yana bırakmak şart oldu vesselam! Tam özlediğim yurduma dönmüş ve o meşhur mayhoş ehli-keyfimin tadını çıkarmaya çalışırken, haftasonu gözüm şöyle bir ekranlara kayıverdi zaruretden.
Tabii mastürbatif gazete ilaveleri de elimde olduğu halde elbet.

Genel izleyiciye, sanki genel bir evden yayın yapanlar, herhalde RTÜK ile bol meşkli akşam yemeklerini meşakkat içinde bir kez daha planlamaktalar?
Ben otel güvenlik kayıtlarının yalancısıyım bu kez inanın, kanalınızın kancısıyım o yüzden.
Bu ülkede ekranda ilk kez artı 12 diyen ben bile dediğime pişman edildiysem eğer, onlara kolay gele diyelim ve gelin konuya şöyle balıklama bir girelim.

Hilkat garibesine dönüşmüş, haftalık yevmiye mahkumu, allı pullu kılıklı binbir ekran şaklabanı sayesinde sanki bir kez daha aynı kukla tiyatrosunu metazori izlemek zorundaymışız gibi gelmiyor mu size de?
Aynı terane sanki yeni bir buluşmuş gibi sokulmuyor mu görsel işitsel yollara bir kez daha beynimize?

1. Cumhuriyet gazetesi, bünyesinde Ömer Karacan ve saatchi&saatchi muhlefetini saklarken, 2. Cumhuriyeti çıkaracak yakında birileri neredeyse aman ona göre!...

Gelelim mi sadede?
Hop Star kaka turca! Ya da Hap star.
Başkasınınkinden, kimbilir hangi hırsla kalkıp, birinin kıllı kirpiklerine kelebek konmuş makyaja bile eninde sonunda siz dahi alıştırılıyorsunuz.
Hatta, Tesettürün ramazanın, ekranında çocuk poposu silikonize er memeleri şaha kalkabiliyor. Kaslı; ama pul, payet ve çarşı işi taşlı ve bir yerleri botokslu solistiye, adeta taze gelin nazındaki gazıyla, çisil çisil kırıntı cümleler kurup bir de sütten çıkmış akkaşığa soyunmakta hiç mi hiç zorlanmıyor... Her şey sanki doğal da? Lodos yemiş ada vapuru pozisyonundaki koltuğu yüzünden midir bilinmez, ünlü terzinin Fatih işi çemberli içeteği ise olayın aslına gerçekten hicivi ile ışık tutmakta. Değerli Hıncal Uluç da yorum yapmışı hatta bu konuda. Hemde Yüksekkaldrımdan canlı yayınla!

Oysa asiller oturmaz asla.
Proleterya saygıyla karşılarında dururdu ya hep ayakta!..

-Alo; Paristen aradılar.ha ha ha.
(Geride kaç kontürleri kaldı acaba?)
-Ağ… ama geçen haftada bilmem kim efendi Washington’dan aradıydı kız!
- Sus bakayım sen. İlk kasedin çıktığında biz senin ne mal olduğunu anlamıştık zaten. (bu arada yağız delikanlı ayakta uyutulmakta iken de:)
-Şşht evladım. Programdan sonra odama gel!

Gülümsemeyi unutası gülenin kanalındaki zırıltıya da bak sen.
Zaten tilkininkinde de, sakat bacağa mini etek giydirmiş duygu sömürüsü yok muydu sanki demeyin sakın...Yakası lahana göbeği çiçeklisi bir yanda, kaşları amuda, poposu ise stüdyolarda armuda kalkmış pembeli kıvrak yarim ise diğer bir yanda gerdan kırıyor.
Eh, her yana da sedir kazığı kılıklısı vallahi ve billahi ancak sığışmaya çalışıyor.
Haydi kahraman milletim! Geniş ekran başına!

Sığ ama seviyesiz Osmanlıca bozması ile milleti biraz daha afyonlamakta olanlara ver bakalım salvoyu şimdi ki, laf yerine gitsin yamak.
Öyle bir yama ki, enkaz altında kaldıklarında, muktedirin enkaza boğmaya teşebbüs ettiği AKUT bile zor kurtarsın onları..
Salla gitsin misali ekranda süre geldiğinden beri o akşam, yine çingene çalmakta ve kürt de oynamakta. Hatta magazin programları sabahları dua ile açılmakta.
Ey mümin! İslamda yalan yoktur ne çabuk unuttunuz.

Hey gidi bizim coğrafya, senin bile meyveni kurtlandıranların karıları bile kudurdu da hala mı haberin yok?...

Derken reklam arasında sıkıştırılan sivilceli bir anayasa gözümüze sokuluveriyor.
Hemde yetkili ağızların hiksos, miksos welllnes center önündeki açıklamalarıyla:
-İdolojimiz içinde yok! Biz Yamukrasi yanlısıyız.

Eh, orada da fondaki reklam yazısı Pentagon olacak değil ya!
Kaçmıştı değil mi gözünüzden?
Daha neler gözümüzden kaçtığı için kıçımıza kaçıyor bir bilseniz.
Mesela, videoyu bir kez daha başa sarınca da, Berlin‘deki turizm fuarı hatırlanıyor inanın bana. Elleri arkasında, korumaları ile o tarihte volta atanlar, Almanları bizden rüşvet istemekle suçluyor ve yavru vatanın Eros heykelinin cinsel uzvuna takılıp don giydiriveriyorlar sonuçta da. Aynı bahçedeki kaya gibi aslanlar ise bu arada çağlar gelinlere don biçip bir de yuva kuruyor sattıkları. O tuzlu suyun kenarında!...

Zap mı, zap mı? Diye sorarlar adama bir gün ama;
Oysa ben Zap Suyu’nun turkuvaz mavi suyunun kana bulandığını bile görmüşüm.
Üzümlü Karakolu baskınına bir hayli sövmüşüm.
1 Mayıs da ayakkabı toplamış, 30 yıl sonra da yıl dönümünde o zaman hayli kör olduğumu görmüştüm.
Aman Dikkat!... Ekranlar kana bulanacak!
Dikkat, çünkü namlu şimdi birilerinde iki kaşın arası.
Kiminin penceresi, kiminin tenceresi temcit pilavına dönüşünce de o starlar ne de güzel halkın evini temizleme yarışına giriyorlar bir anda bu telaşede değil mi?.
Bilin ki;
Yaratıcılık asla demokratik değildir!
Yaratan ise sadece Allahtır denir.
Allahın yarattığına da karşı gelinmez derler o ekranda ahkam kestirenler.
Budadıkça da dal bile budaklanır :)

Hey bre dolapçının buzlar kraliçesi kızı!
Hey gidi düğün salonu şarkıcısı!
Hey be salyangoz kılıklı magazin kraliçesi!
Hala evinin altındaki pastanede kocanı mı ararsın?
Hey şu bizim böğürten oğlan!
Hay yer göstericinin ve perdecinin dansçı ve figuran oğulları!
Ya sen kapıcının kızı? Ya da sen üflenti spor?
Hatta sen, orta okulu yalın ayak okuyan?
Sen de mi bizim köylü kızı?
Sende mi Türkan İldeniz’in taşra kızının delicelerindeki hayaller?
Yani kısaca,
MSP de mi yoksa ben de mi şimdi bütün kabahat ?

Terzi yamağı
2 yıl önceki eylülden

Top'lu iğne 21

Fas’ı fes’i, sazı sözü bir yana bırakıp dersimiz yazı olursa?

AZI
Harf ve kelimelerden oluşan anlamlı bir metin olması gerekirken,
resim altı metinine ve hatta magazinci ...........’e dönüştürülmüş bir coğrafyaya sahip olunulmuştur.

Kitabe formundaki Orhon yazıtlarını bir yana bırakırsak, kimi sözlük yazarlarına göre de ağız dolusu kusmak olarak adlandırılabilinebiliniyor da. !!!

Kiminize göre yanlış fiil çekimi değil mi yukardaki.
Kimimize göre alın yazısı, kimimize göre ise duvar yazısı olarak karşımıza hep dikilip durur ama işte.
Kimi zaman hukuk, kimi zaman da ceza olarak belki de.
Öyle ki; kutsal kitaplarda da yazılır insanlığın yazısı bir yandan.
Öte beri yandan ise; ister sanscrit, ister latin, ister arap olsun da, aman hibru olmasın o yazınız sakın. Nedeni ise bu haftaki yazınız yıldız falı olmayacak!
(gbkz:yazıt) (#11862) XXXXX 30/08/2007 19:41

YAZMAK
Yaşanamayan ama yaşanılası hayattan bir çeşit intikam almaktır, Orhan Pamuk'un deyimiyle?
Ruhsal arınmadır, gizli saklı duyguların dışa vurumu,
insanın hiç bilinmeyen yönlerinin açığa çıkması,
kendini ifade ediş tarzıdır yazmak.
Yaz kelimesine mastar getirerek yapılan, sıradan bir eylem değildir yalnızca.
Bünyesinde ruh barındırır.

Minerva tarafından düzenlendi.
Taşı, Düzenle, Sil, (#1881) xxxxx 21/08/2007 12:44 ~ msg, hoş, boş

YAZMA ise ince dokunmuş basmanın üzerindeki, işlemeli ve desenlilerine verilen isim.
Yazma kadınların ve genç bekar kızların kullandığı günlük ve özel günlerde giyilen başörtüsüdür.
Taşı, Düzenle, Sil, (#9568) xxxxx 28/08/2007 18:01 msg, hoş, boş!

Bir başkasına göre nasıl ifade edilmiş harf devrimi

-Yazı yazma anlamında bir emir, hatta argoda ise yalan söylemek anlamında.
Başına şaşırıp da ağ derseniz olur size ayazma.
Hem, kutsal kaynak suyu demiş de olursunuz.
(bkz: ayazma)
Taşı, Düzenle, Sil, (#9583) xxxxx 28/08/2007 18:08

PEKİ YA OKUMA:
Maalesef bir başlık bulamadım sözlükte.
Bir düşünsenize! O zaman başlık koy ve sil düzenle ve siz hatta sil yeni baştan ki silinsin. Sosyopatlaşıyorsunuz o zaman
bkz: sosyopat yapıyorsunuz. Ve bakın bu kez ne var hayatınızda.

-Toplumla uyuşamama ve bu uyuşmazlığı şiddet yoluyla çözme sonuçta uçlara yönelme biçiminde kendisini gösteren kişilik bozukluğudur. Psikolojik bir hastalıktır, aşırı sosyalleşmeyle ilgisi yoktur aksine asosyal kişilik tipidir. Seri katillerin büyük kısmına bu tehşis konulmuştur. Bir nevi linç edilen sahsa bir tekme de ben atayım psikolojisi.
Taşı, Düzenle, Sil, (#6378) xxxxx 25/08/2007 22:24 msg, hoş, boş..

Onada aklınıza okuduklarınız şöyle bir geliyor ve kendinizi tutamayıp daha da okuma hissi ile bir kez daha irkiliyorsunuz elbet. Bu durumda, gözleriniz ekranda şaha kalkmaya davet ediliriyor, hem de çoktan geride kalmış olan Magrep anılarının cılız ışıltılarıyla...

Masal:
-Çocuklara okunan veya anlatılan gerçek dışı hikayelerdir.
(bkz: pamuk prenses)
Taşı, Düzenle, Sil, (#546) xxxxx 20/08/2007 05:29 msg, hoş, boş?

Sonra birden kendinize geliyor ve okuduklarınızla kendinize zar zor geliyorsunuz. Böyle bir şey işte beklide tatilde olmak önceden hazırlanmak diyor ve hemen gaza ivme veriyorsunuz.

-Çocukları uyutmak için söylenen saçma hikayeler.
Taşı, Düzenle, Sil, (#760) xxxxx 20/08/2007 08:04 msg, hoş, boş!!

-Türk siyasi yapısını çok iyi anlatan şarkıdır
(bkz: millet), (bkz: sağ), (bkz: sol), (bkz: manda), (bkz: kasa), yasa, (bkz: arap)
(bkz: belki alışman lazım)

the oz tarafından düzenlendi.
Taşı, Düzenle, Sil, (#4530) xxxxx 24/08/2007 00:58 ~ msg, hoş, boş,

Tanrım! diyorum bu kez.
İşte ereksiyon halindeki zeka.
Benim bu saatten sonra secd edeceğim tek kabedir.
O da Allahın emridir. Kul emrine kul olunmaz.
Allah Allah Maazallah!

Allah Allah demeyin sakın benim gibi garibe.
Tatil bitiyor ve çiş tadında iş başlıyor saplanmış hançer gibi kalbimize.
İlk çağlardan beri insanoğlu açıklayamadığı şeylerden korkmuş ve sığınacak bir büyük aramış. Bazen güneş’e, bazen ay’a tapmış.
Gece olunca güneşin, gündüz olunca ayın gittiğini gören insanoğlu ateşe tapmayı denemiş. Onun da suya dayanamadığını görünce yaradanın görünmeyen bir varlık olduğuna inanmış. Tarih boyunca kendi aklında Tanrı denen o simgesel hiçliği seçmiş.
Darwin'in evrim teorisi bütün gerçekliği çıplaklığıyla ortaya koyuyor zaten.

boz lupus tarafından düzenlendi.
Taşı, Düzenle, Sil, (#12109) xxxxx 30/08/2007 22:39 ~ msg, hoş, boş...

ateist bir insanın diyebileceği cümle.
Taşı, Düzenle, Sil, (#12116) xxxxx 30/08/2007 22:45 msg, hoş, boş??

(bkz: ateizm)
Taşı, Düzenle, Sil, (#12117) xxxxx 30/08/2007 22:48 | msg, hoş, boş.

Alaman gavurcasında söyle de diyorlar: "Und der mensch schuf den gott nach seinem ebenbild!" yani, "Ve insan tanrıyı kendi suretinde yarattı!"

tonguç tarafından düzenlendi.
Taşı, Düzenle, Sil, (#12123) xxxxx 30/08/2007 23:03 ~ msg, hoş, boş..!

islamiyeti hedef alan bir söz *

pan tarafından düzenlendi.
Taşı, Düzenle, Sil, (#12124) xxxxx 30/08/2007 23:04 ~ msg, hoş, boş,,

Meşguliyetimden ötürü bir türlü yazı yazamadığım başlıktır.
Nihayet buradayım acizane.

Şimdi efenim bu cümle her haliyle dümen bir cümledir.
Öncelike sarfeden kişinin yaratmak kelimesinin anlamından bihaber olduğunu görüyoruz.
Yaratmak: Vücuda getirmek, yoktan var etmek gibi bir anlama gelir ki
bir kulun bırak Allah'ı yaratmak olarak*, en basit bir organizmayı** yaratabilmesi* olarak bile düşünüldüğünde, böyle bir gücü söz konusu değildir...

Ayrıca açıklayamadığı şeylerden korktuğu anda Allah diye haykırmak
bir müslüman eylemi değildir.
Müslüman her an o hal üzeredir.
Allah'ı düşünmesi için, ona ibadet, kulluk etmesi için dara düşmesine gerek yoktur.
Bu bakımdan bu cümle bütün insanlık için söylenmiş gibi görünse de
aslında müslümanım diyen, Allah'a inanan ama bunu sadece ''yumurta - kapı'' durumlarında dile getiren kişiler için söylenmiştir...

Yapılan açıklamada belirtildiği üzere güneş'e ay'a tapılmıştır vakti zamaniyle fakat ne güneş Allah'dır, ne ay ne de tapılan başka şeyler...
Tapılma anında onlardan Allah diye değil Tanrı diye bahsedilir.
Allah özel bir isimdir...

Ve sonuç olarak böyle mühim bir mevzuunun*,
bilimsel hiç bir geçerliliği olmayan, tamamı çürütülmüş teorilerden oluşan, Darvin beyinsizinin ortaya attığı saçmalıklarla desteklenmiş olması da aslında dikkate bile alınmamasını gerektiğini gösterir...

vesselam...
Taşı, Düzenle, Sil, (#12193) xxxxx 31/08/2007 00:09 msg, hoş, boş!!

Yaratmak kelimesinin bir nevi iğneleme olarak kullanılmış olduğu cümledir.
yoktan var etmek olarak algılanınca dahi, kullanan kişinin amacına ulaştığı gözümüze çarpar ki sözü söyleyeni kutlamaktan başka yorumda yapılarak renk katılması gerekir.
Tapınma ihtiyacı geçmişten günümüze tarihin her satırında karşımıza çıkmış, çıkan ve sonsuza kadar çıkacak olan ihtiyaç çeşididir.
Kimileri tarafından cahillik kaynağı, bilimden uzak olmak kimilerine göre ise ebedi saadete ulaşma kaynağıdır.
Ebedi saadetin insanlar için çok cazip gelmesinden ötürüdür ki birtakım oluşlar çıkarmışlardır, yaratmışlardır.
Tanrı ve dinlerde bu çıkarımlardandır.
şeklinde düşünüldüğünde tebrik edilesi sözdür.
Taşı, Düzenle, Sil, (#12196) xxxxx 31/08/2007 00:16 msg, hoş, boş..

(bkz: düşündüm taşındım böyle bir başlık salladım)
Taşı, Düzenle, Sil, (#12202) xxxxx 31/08/2007 00:19 msg, hoş, boş?

Darwin’in teorilerinin saçma sapan olduğu zaten vurgulanmıştır. Bu bir örnek teskil edemez. Ancak metafizik olayların olduğu ispatlanmıştır.

Buna dayanarak bu söz yanlış bir sözdür.

sembolic tarafından düzenlendi.
Taşı, Düzenle, Sil, (#12214) xxxxx 31/08/2007 00:27 ~ msg, hoş, boş!

Sadece ve sadece inanmaya ihtiyaç duyulduğu için inanacak birşeylerin uydurulduğu konusunda inançlı kesime verilen ayar. Ayarı verenler inanmaya ihtiyaç duymadıklarını vurgulamaya çalıştıkları bu cümlede bile, abidik de olsa bir tür inanç sisteminin içinde olduklarını unutmakta ya da es geçmektedirler. Görevimiz tehlike filmlerindeki kendini yok eden mesajlar gibi, kendi içinde kendini çürüten önermedir.
Taşı, Düzenle, Sil, (#12221) xxxxx 31/08/2007 00:34 msg, hoş, boş...

hepinizi ben yarattım.
Çünkü, tüm bunları okuyacak, anlamaya çalışacak, yargılayacak ve sonuçta kendi bildiğini okyacak olan insanım.
hepiniz beni yarattınız.
Çünkü, tüm bunları sorgulaycak, anlatacak, yazacak ve de sonuçta kendi bildiğini yaşayacak olan sizlersiniz.
Beni ben yaratmasaydım,
Sizi nasıl yaratabilirdim ki zaten gözetleyerek, söverek, severek ve hatta çözerek. Şimdi sevinebilirsiniz.
Taşı, Düzenle, Sil, (#12276) yamak2023 31/08/2007 01:15 hatta loş!?...

Terzi Yamağı
Bir başka 21. yüzyıl eylülünden !

Top'lu iğne 20

Fas’a Fes giydirdim sayın kompetanlar!
Siz ise o arada burada kalıp, ahkam kesip, nal topladınız.

Kutubi minaresinin gölgesinde oturup,
Kız Kulesi'nin Marakeş’li bakır yosması olmak geldi bu hafta içimden.
Hem de, Medina’nın ara sokaklarındaki bir okaliptüs oymacısı ve hat yazmacısı tabletçinin kapısının önündeki yerel ve eski bir taburede otururken!
Diğer yanda ise, elimde taze naneli çaya buladığım o Maroken kokulu sakızında mayhoşluğunu size sızdırmaya çalışırken.

Evet yanılmadınız. Ahmak mecra burada nal toplarken ben orada neler olduğuna şöyle bir göz atmakla uğraştım. Nerede ise herkese höt attırır bölgede herşey göründüğü gibi olmuyor işin içinde olunca aslında.

Mesela Duvarlar:

Kil boyanın, Sahra’nın kale duvarlı kentlerine vurduğu bölgede tüm düz satıhların üzerine konmuş beyaz kireç vesikalık propaganda pencereleri idi genelinde seçim kampanyası. Sayıları bitişik nizam 24’e uzayan her duvarı boyayan şeride bakınca ne gibi parti işaretleri vardı?

Deniz Feneri
Siyah ama şaha kalkmış bir kırat.
Bir araba altı çizgili ve yanında bir tahta kapı, kilidinin paslı anahtarı,
Yani 2 anahtar!
Sıçramış bir Yunus balığı.
Hilâli amuda kalkmış gibi nakşedilmiş bir idare lambası ve dışındaki ışık çizgileri. Yani gaz lambası.

Osmanlı’nın hiç bir zaman hakim olamadığı ve Fesini takmakla yetindiği 1700’lerden pek ders alınmamış anlaşılan.
Geçmiş geleceği yaratır lafının reklam afişi olmasına gerek kalmadan da anlışılıyor durum zaten. Bakan göz görüyor. Sahil boyuna uzanmış posterize suratlara bakarak geçerken kaldırımların arkasından; Kızılay, Belediye, Başkan hep bir ağızdan bize poz veriyor. Kralı koruma partisi. Sizi istemiyoruz, ama bize oy verin.

Kralı ve ailesini koruma partisi hangisidir bilemem ama geleceğini bile monarşisinin parçalayıp satmakta olduğu berber ve arap karışımı nüfusun yüzde beşlik yahudi nüfus tarafından sömürüldüğü zavallı bir ülke işte Fas.
Eh madem zavallı, biz de rejim ihraç edelim. Dönüş yolunda Doğuş gurubun işçilerinin anlattıklarına da kulak verme sırası gelir elbet. Zaten Svelingrad, Plovdiv demir yolu ihalesini yani İston ve Bulgaristan işini karıştırmaya şimdi hiç gerek yok. Çünkü THY’nin biletine para ödenip, kraliyet uçağı ile hep rötarlı uçulan o ülkede durum cidden vahime gidiyor.

Kefilsiz turizim polisinin, Club Med adlı Palmerarie bölgesinde, turistlere sunulan günlük turlar içinde yahudi mahallesi gezisi ise ücretsiz konabiliniliyor. Saray mimarisindeki betonarme tesisde, Türk olduğunuz anlaşılınca da hem hıristiyan, hem gavur sizi nerede ise söverek dövüyor; hem berberi, hem de arabı ise sizi süzerek dışarıdan gazel okuyor. Cinsel devrimini tamamlamış ama kendini tanıyamamış personel ise havada tavada yani gavurun koynunda kol gezdiriyor.

Geçelim beyler geçelim.
Muhtemelen Fas’ı siz Antalya golf otellerinden izlediniz. Mübarek cuma da dükkanlar açık halk ekmek derdindeyken, oy verme ahırlarını boş bırakan çalışanı geviş getirerek izlediniz.
Kahraman bakkal süper markete karşı olur mu olur.
Tramvay geçer mi geçer. Ama bu kez eski fotoğraflardaki kıravatlı beyler asılı hali ile değil.
Yapıştırıcı üreticilerinin müptela ettiği tinerci çocuklar salkım saçak olarak. İnşallah bir daha ki seçimde bu olmaz. Şom ağzımı kapatayım da seçim günü Cezayir’de olan korktuğumun başıma geldiği olsun.

27 ölü 100 den fazla yaralı.

Terzi yamağı
bir 21. yüzyıl eylülünden

Top'lu iğne 19

Hey bre delikli süzgeç

Hep derim ya;
Sözü iki kere süzünce bir mana bulup daha da rafine olamıyor,
Sızınca da, pek bir daha lezzetli nedense?

Klavyenin tuşları yeniden gözlerimi karartıyor ve bir kez daha darbe darbe üstüne geliyor. Bilgisayarın üzerindeki parmaklarım hayatın gamında hayasızca yeniden geziniveriyor.
Fas’a fes giydirmeden önce, size geri gelemezsem diye hazırladığım bir istepneyi sunmalıyım naneli ouarzezed çayı ile birlikte hem de berberi bir tepside...


Mazgal: büyük süzgeç
Kentlerimizde sistem kapaklarının (yani;telefon, su, kanalizasyon, gaz, sinyalizasyon ve havalandırma amaçlı kullanılmakta olan metal kapaklarının) yerlerinden söküldüklerini ve hurdacıya satıldıklarını hayal edin bir bakalım.
Bir zamanlar 70 cente muhtaç olmuştuk.
O dönem metal paraların da nikel oluşları nedeni ile kendi değerlerinden daha fazlaya çatal bıçak fabrikalarına hurda olarak satıldığını da bir düşünün ama.
Lakin, çoktan jilet olmuş kahramanlık gemilerini de düşünmeyi bir yana bırakın.
Şimdi birde günümüzün satılmışlarını düşünün.
Düş’ün gücüne inanın ki düş kurup düşünebilinsin herkesce gelecekte.
(bkz. ederi kadar bedel mi, bedeli kadar eder mi?), (#11782) xxxxx 30/08/2007 18:00 kodlu başlığa takılıp kalıyor insan.
Bugün o insan istediğini tarihe yazabiliyor ve istediğini silebiliyor Yusuf İslam misali.
Anı kaydederek geçmişi oluşturuyor aslında.
Ve o gelecek bu kayıtlı geçmiş üzerine inşa edilecek elbet.

Bir dost;
Bazen; birine kötülük yapmak ister insanoğlu,
Bazen ise yeteri kadar yürekli de olmayabilir, hinliğinden bir de iftiraya kurban eder bir başka kula kulluk edeni. İşte kendi kendilerinin kimlikleri olamayanlar, kendilerinin yerine koyacakları bir başka adam bulamadıkları bu durumda yine adem olur ve imzasız mektuplarının altına şu sözü yazarlar.

(bkz. eski bir dost) ise o derece ısıtır insanın içini.
Kimbilir, kırdırır belkide kaybettiği ihanet zincirini...

(bkz. yalan dost) ise bir kez daha gerçeğe alır sizi.
Bu kez metresin iştahıyla hayat moda da karşılanır.
[Taşı]-[Düzenle]-[Sil] (#11788)xxxxx 30/08/2007 18:11

(bkz. bu moda)
(bkz. haute couture)

Moda hala Kadıköy yakınlarında Mühürdar’a komşu bir semt.
Ahşap yapı kadınlar denizi olan bir plajı da vardır çocukluğumda.
İlk tetanoz aşımı oradaki kaydıraktan hatırladım.
Kimbilir belkide deniz kulübü raftından tanışırız.
Mado dondurmacısı da, moda da yeşererek şimdi kütük gibi ağaç olmadı mı sanki?
Naylon Nejla bile orada yaşamaz mıydı?
Barış Manço Moda adresinden hatırlarsınız belki de semti ama bilmediğiniz en önemlisi bence meşhur Süryani kilisesi.
Belki de iskele yolculuklarından tanışır modalılar.
Çarkıfelek çiçekleri, salkım söğütler ve hatta sinemalı bahçeler..
Hayal olsa bile eee işte bu moda.
Bkz. (Barbaros Şansal)
[Taşı]-[Düzenle]-[Sil] (#11791) xxxxx 30/08/2007 18:20
Konu bana gelince için bir hoş oluyor ve hemen aktarıyorum size.

Barbaros Şansal
Moderatörlerin paydos yaptığı saatte, boş bkz doldumak mesuliyetiyle, sert bir kayaya çarpan zaganın üstüne kalan başlıktır. Muhtereme gelince;

Dış pervaz:
Değil Türkiye’de, Dünya’da en yakışıklı feminen.


İç bükey aynalar:
Zat ilginç bir hücre yapısına sahiptir. Elimde bulunan minutes of the meeting leri sekreterime pas edip “ben önemli bir haber seyrediyorum. * Şunları copy yap bakayım şekerim” deyip, sandalyeme kurulduğumda, her zamankinden daha bir donanmış daha bir kılıç kuşanmış ve yaşlandıkça Hitchcock’a benzeyen Erkan Özerman’a ayarlanan ayar çekerken hatta itin poposuna sokup çıkatırken en son bir kadın programında rastladığım muhteşem Picasso. “Benden eğlencelik çekirdek gibi bahsedemezsiniz” lafı ile tükürük saçılmadan insanların Yüzü nasıl ıslatılır öğretmiştir. Aslında bir ayar da calamity jane kılıklı müge anlı salyangozuna yapsa anlından öpmek istediğim makas dilli terzi yamağı. Lakin kısmet olmamış bir başka bahara kalmıştır.

Bünye:

Yukarıda okumuş olduğunuz, ancak kendimin bile kodlamada zorluk çekeceği paragrafın milyonlarca versiyonu ve kombinasyonunu yapabilecek laf ebesidir. Öyle bir cümle kurar ki, bunca kelime bir modül yarattı fakat komplike oldu. Ama nasıl hala ahengini koruyor diye düşüncelere gark eder sizi. Spontane bir kişiliktir. Ezberci helvalara benzemez.

Arka Pencere

Şimdi sizi çok yanıltmayayım, fakat bilinen o dur ki, renk bilimi üzerine bir ecnebi memleketinde * tahsil görmüş entellektüel genetik algoritma.

Son söz:
“Kim selülitli kim değil biliriz” dediğini duyduğumda ahanda manken gacılrımıza bir olta diye içimden geçirdiğim nitekim yanılmadığım durumlara sebebiyet vermiş othello. Yıldırım Mayruk’un terzi yamağı lakabı üstünda small durduğunu düşündüğüm XXL sıfatları Mayruk’u önce dörde katlayıp, pike yapıp, birde fermuar ile pullandırılabileceği çok mümkün yıldırım ötesi Gılgamış.

Conclusion:
1.Sen sen ol modacı biri adına açılan başlık, boş bkz. v.b. işlere soyunma. Zor zanaat vesselam. Ben bile zor toparladım.
2.Bu başlık altındaki tüm bkz.ları bir mod doldursun çeyrek altını benden kapsın.

Yok olmaz size zaganın entry ve kimliğini veremem. Ama sadece Boşnak dilinde eşek olduğunu söyleyebilirim. Dilimi eşek arısı sokar da bu kez sivrisi çatallısı bir yana kalır davullusuna maruz kalırız sonra. Sok yamak dilini birilerinin biryerlerine. Hayatın bir de onlar gibi tadına varasın dedirtiyor klavye.
Söyleyeceklerim henüz görüşürüz yarın fes kentinde...!

04.10.2007

Top'lu iğne 18

Rüştü mü ispat ettim mi?

Nihayet rüştümü ispat edince;
Bakın ne çıktı piyangodan bu kez size?
Ben dönene kadar izinden, izinden değil Ata’nın iz’inin nezninde,
Siz hala istirahat edin gölgede!

Belkide Marakeş’den yazacağım dizelerde bakın neler olacak size.
Kimbilir okudunuz bile internet sözlüklerinde.
Hadi enter yapalım ama biz enter tuşu ile ucuz olacak kadar kolay olmayalım!

Click, işte geliyor enteresan enstantane.
Bye bye Türklish!
Hoşgeldin Türkçe!

Gemicik
Ama gemi azıya almak ise söylenmek istenen;
Bir destur çekiyor ve şöyle hissediyor insan denen:

Gemi
Bir kücücük aslancık varmış,
Koh koh koh koşar oynarmış.
Bir gün babası ona demiş ki:
Sürt, sür, üfür; alayım bir sürat teknesi!...

Oğlancık
Bir küçücük oğlancık varmış,
Keh, deh, deh yarış yaparmış.
Bir gün cenazesi Sevim ona demiş ki:
Kırmızı’da geçilmez oysa siz yeşil’de geçtiniz!

Gukukçuk
Bir küçücük davacık varmış,
Hap, hup, hop otur-kalkarmış.
Bir gün hakimi ona demiş ki:
Ehliyetsiz gezilmez, siz yaya’da ezdiniz...

Vesika
Bir kocaman babacık varmış,
Zart, zurt, zort davar kovarmış.
Birgün ülkesi ona demiş ki:
Cemaate zul edilmez. Siz Büyük Anıt’da,
İbadete elinizde çelenk ile takke giydiniz...

Diyarbakır istıhab mahkemeleri inşaatı
Şimdi size mutluluklar dileriz... Zaga tarafından düzenlendi.
Evet böyle başladı her enter tuşuna kuvvetle eğildiğimde.
Üstelik: Taşı-Düzenle-Sil 11076 no xxxxx 29 Ağustos 2007 22:44 seçenekleriyle.

Bakın aşağıdaki başlık bize ne diyor:

“ara : Sevim
Ünlü bir türk sanat müziği radyo ses sanatçısıdır.
(bkz: assolist)ler içinde en kaliteli olanlarından biri olarak anılır.
Hanım efendiliği ve engin repertuvarı ile de uzmanlarca da tanınmaktadır.
Gemiciğin hikayesine gelince:
Birgün; er doğmuş, ama erden olmadığı malum bir genç, onu ta ki Şişli meydanında, ışık kırmızı yandığı halde, ehliyetsiz ve aşırı süratli olarak, üstelik de bir yaya geçidinde erdemsizliği öldürene dek.

Merhume, karısı pavyona düşmüş imamın kayığına binince de, evvel tarih bir ehliyet ile beraat geliveriyor acı hikayenin hüzünlü sonunda işte.
Ama erken doğmuş premature bugün 2 milyon dolarlık kanosuyla geziniyor yeryüzü gezegeninin vahşi sularında
Başlık 11093 no xxxxxx 29 Ağustos 2007 22:58
Taşı-Düzenle-Sil değil yalnız; belki de çözüm –oy vermede- dedirtiyor insana ekran. Biraz daha görselliğin kölesi olmanın asylum’unu ve sıyrılmasını hayatınızdan arzuluyosunuz.
Hadi bir arama motoru daha yaz bir alsancak!
(bkz. Alsancak), burda enter a lazım dokunmamak:
Aynen okuyacağınız gibi:
Ellemeden klavyeyi sizi elleşmeye bırakıyorum..

“Her tip insanın bulunduğu doğrudur. Ancak daha çok metal müzikten anlıyormuş gibi gözüken insanlar daha fazladır. Ama inanın bu kadar rezillik olamaz. Siyah giyinmişler ya “ahanda ne sert çocuğum ama kızlar bana hasta” triplerindeler yesinler sizi be. Bu kadar mı eziklik olur? Aranızdan birine iki soru sorsan yamılırlar. Hatta desem ki “death metal’in yaratıcısı kim?” diye bir kişi çıkıp söyleyemez.
Kızlar da ayrı bir özenti takımı oluştururlar “biz gothic’iz lan” triplerinde olan kızlarımız içtikleri biralarda hava atarlar. Asi kızlar ya...
Alsancak’dan belkide nefret etmemi sağladı bu insanlara o an acırsınız.
Bu insanlar yüzünden biz siyah giyemiyoruz be rahat rahat. Neden mi? Onlarla aynı kategoriye girmemek için tabiki.
Tekrar üstüne basa basa söylüyorum tek bir soru sorsam hepsi apışıp kalacaklar. Ortam için metal dinleyen tipler. Alsancakta çok olmalarının nedeni ise rock bar çoğunluğudur. Bira içmeyi marifet sanmaları çok şaşırtır beni. Aslında şaşırmamak gerekir. Nede olsa çocuk olarak bakmak lazım onlara içtiklerinin çok ağır birşey olduğunu sanarlar.
Kız-erkek nerdeyse hepsi metal’in sertlik-asilik yönünü benlik edinmeye çalışmış ve bunu etrafa gösterme merakındadırlar.
Nalet ediyorum hepsine adımızı kötülüyorlar. Saf kan mitaller insanlara hakaret bunların yaşaması.
Alsancak gibi güzel bir yeri iğrenç yapıyorlar.
Asla şaşmaz 3 kişiden birinde converse kesin...
Hepsine o kadar sinirliyim ki bu yazdıklarım bile anlatamaz doğru düzgün. Hepsi iğrenç hepsi berbatlar.
İnanın metal gruplarına sorsanız ilk bombalayacakları yer Alsancak olurdu.
Bir de bunlar herkesin ortasında jiletlemeye çalışırlar kendilerini. “Bak ben manyağım, psikopatıp” demek için.
Allah hepinizin belasını versin be!
Yazdığım bu yazı bile size deymez ama neyse...!

Taşı-Düzenle-Sil- Bak açık şimdi üst mahkeme!
Başlık 801 no xxxxx 20 Ağustos 2007 09:10
Diğer seçenekler mesaj hoş ya da boş...
Tutamıyoruz kendimizi bir darbe daha enter’in kıvrak belinde..!
Aman tanrım o da ne?

Alsancak
Ulusun şanlı Türk bayrağına verdiği ad.
Gönderde dalgalanan kırmızı flama.
(bkz. yünlü dokuma)
Taşı-Düzenle-Sil... 11148 no xxxxxx 29 Ağustos 2007 23:55
Birden afaganlar basıveriyor uyuşan parmak ucu sinirlerinizi.

Çala kılıç bu kez yönetiyorsunuz klavyeyi.
Hadi hadi hadi bayrak.

Yün
Türk bayrağının dokunduğu hayvansal bir elyaf.
Doğal elyafların en önemlisidir.
İpek filament (düz), pamuk sarmal (kıvırcık) ve yün ise dalgalı bir yapıya sahiptir. Keten ve bambu lifleri ise diğer doğal elyaflardır.
Bayrağımızın dokunabilmesi için bu elyaf kanunen zorunludur.

Ve kullanım, üretimi yasa gereği belli zorunluluklar getirir.
Ancak yünlü dokuma sanayimizin kapatılması ile darbe yemiş tüm ithalatımızın xxxxxxx a verilmiştir.
Dokuma ve keçe sanayinde kullanılmaktadır.
(bkz.tekstil terimleri)
(bkz. polyester çöplüğü)
Hadi bakalım seç beğen al şimdi.
Taşı-Düzenle-Sil. Başlık 9037 no xxxxxx 28 Ağustos 2007 saat: 11.47
Hay allah tam da 30 Ağustos öncesi.

Polyester Çöplüğü
Xxxxxx ile Amerika, Mısır ve Afrika ülkelerinde yaygınlaşan pamuk üretimini, lif uzunluklarını hint kumaşını tartıştığımız zamanda bana “Burası polyester çöplüğü” diyerek beni kopartmış ve tekstile yeni bir terim kazandırmıştı.
(bkz. tekstil terimleri)
(bkz. bulunmaz hint kumaşı)
(bkz. polyester)
xxxxx tarafından düzenlendi. Başlık 7579 no xxxxxx 22:16 mesaj hoş ve boş seçenekleri ile sizin gülümsetiyor internet sözlüğü bir kez daha başbaşa, bir kez daha kaderinizle!

TBMM
Binası halka kucak açmış, önüne barikat yapılamayan milli irade merkezimiz.
Yerine kızılötesi arama yapılmaktadır.

(bkz.bir başka açıdan meclis)
Arşivden akşam’ın bir vakit, 24.01.05 tarihinde yasam1.html de bile gizlenememiş. Hadi taşı, taşı dur. Başlık 9884 no xxxxxx 21 Ağustos 2007 20:43 civarı. Madem konu buna daldı. İzini arayalım dedik. Sevim’in değil Kemal’in bu enter’de de..

Kemal
Türk Dil Kurumu’nun dağarcığıma sürekli yolladığı “kemal” açıklamalırı ile hatıralara gömülmeye çalışılan ve her gün onunla uyanıp onunla uyuduğum (xxxx show daki bir teşbih ve takdir yüzünden Perihan Mağden’in bayrağı neremden çıkardı yorumuyla alakası olmayan) ulu önderimiz şahsına düşmanlık öylesine artmıştıki, tekstilde %8’e indirilen KDV sonucu kurduğu yünlü dokuma sanayiimiz tamamen kapanmış olup bayrak dokumak için Avustralya’dan ricada bulunmamız gerekli kılınmıştır.
Başlık 1595 no xxxxxx 21 Ağustos 2007 08:09

Taşıma suyuyla değinmen dönmüyor işte.
Taşı düzenle sil ne yaparsan yap. Sözlükteyim artık millet. Sözlükte!
Artık tatildeyim rüştümü onsekizinde nihayit ispat ettim diye.

Terzi yamağı

03.09.2007

Top'lu iğne 17

Cumhurbaşkanına etek giydirme çabalarına iğne batırmak!

Zagalaşmak mı hayırlı olan yoksa asla zagalaşmamak mı?
Kimi zaman tadı, kimi zaman da teşbihi ekşisinde de var; İtü*sünde de, ütüsünde de.
İt sürüsü kadar yazar yepyeni ironik anlamlar üremekte.
Birde zagasözlük açık şu an sağ köşemde.
Referans merkezlerinin adı değişiyor dikkat!
Siz de yazar olmayı bir denesenize...

Bülly bebeğimin hikayesi henüz gündemden düşmemişken. Haftasonu dergisinden tutunda, zagasözlük.com’a, oradan da kaosgl.com’a dolanıp duruyordum o ara.
Üstad Ali Saydam bey ise, Reina da aşırılan ayakkabılarım hakkındaki istihbaratını yanlış kaleme almış, ne kadar da marka bilir olduğunu anlatıvermişti külahıma. Guardiani, Gueri oluvermişti. Yani nöbetçiyi savaşçı yapıvermişti kendisi. Kalemi sürçmüş olmalı.
Neyse. Eh, bende 17’lik kız gibi rüştümü ispata bir kala, şu sezon sonunda, bir şezlonga uzanıp, son bir rüya daha göreyim dedim. Ama ne rüya? Çok gizli Candarlı davasının istiharede ulaşılası önbalayındaki hülyasına dalayım dedim!

Bir giyinme derdidir gidiyor fesupanallah. (bkz. Tv dizisi)
Tabi bir de soyunma meselesi var. (bkz. s.o.s.yetik) Mesela dönsöz şekure, kıçını açıp başörtüsünü savunuyor! Eee zaten beygire de eşşek diyor kendisi. Bu arada deve yükü toplayanlar, deve çükünde harcamaya çalışıyor servetini. (bkz. deve yüklü tdk) Halbuki, son anda bozulan bir evliliğin damadı, düğün gecesi Dar-ül Acezeye düğün yemeği bile verebiliyor zengin gönlü işte..
Hem de orada eğlenerek herkesle ve hep birlikte.

Sadede gelelim. İstiklal caddesindeki bir tarihi fotorafçıyı anlatmıştım sizlere.
Vitrininde farklı devlet büyüklerinin, farklı örnekleri vardı bir zamanlar. Hani şimdi Türklish dili ile “kahvechi” olan. Oktay Sinanoğlu’nun telefonu kesilince almıştı kalemi eline ve demiştiki bye bye Türkçe. Ne alaka demeyin bana sakın. Sıkı tutunun. Asıl bomba geliyor. Galiba Atatürk’e etek giydirelim deniyor... İşte o Dubai sermayesinin kağıt fincanlarının telvelerindeki kahve falı söylüyor bunları yine bana bu rüyamda.

Hayal ve gerçek arasında bir kez daha sıkışıyorum. Ve Mebusanın kılık kıyafet devrimini unutup, özürlü bir evrime yöneliyorum. Kadına da frak giydirilmek isteniyor bu ara.
Orkestra şefi kılıklı penguenler olarak, o 16 avizenin altında ışıldayacaklar alim allah.
Peki Abdullah bey seçilip, frağı giyince ne olacak?
Hatırlayın o zaman Soner Yalçın’nın Mevhibe’sini.
ana kalsa eteği giymesi gereken abide i dullah başka da neyse bu konulara girmeyelim.
Sonra yalın kalem değil yalan kanun bize girerler mazallah!
Bu arada Emniyet müdürlüğünü de birden kostüm fırtınası vuruyor.
Adeta Dean kasırgası vurmuşcasına tasarımlar oluşuveriyor.
Ama birden Katherina’ya dönüşüyor ve tasarım müsveddesi toplanıyor önüne 3 ay resmi araç nöbete durmuş atelyeden. (bkz. Baltacı Mehmet Paşa)
Ve adam boyu tahta sopaların belli olmayacağı sosyete robokop’u kılıklı ucubeler dökülüyor podyumlara. Ne garip oradan da koğuşlara uzanıyor o catwalklar.

Deve yükü için yürüyenler süt dökmüş kedi oluveriyorlar birden.
Şimdi aynı zihniyet ormanın bakılığına da çalışacakmış.
Korucular kapıda nöbette olacakmış. Vallahi gazetede okudum. En iyi o işi yapacaktır modacımız hiç şüphe duymalıyım. (bkz. bu moda) Katıla katıla gülün biraz da şimdi. Putoğlu’ndan, güllüye eşarp meselesi de oldu mu bize bir düzmece?
Hele bakın sanki herşey gülmece. Yer se? Hadi devam edelim.

Kızılayın sakinleri derki sür vücuda DDT. Kanını sineklere değil bana bağışla ki sana geri satayım. Kanını bir kez daha alayım. Bar şarkıcısı, türkücüsü yönetimde ise kullanmak gerekir “aeresol” birileri elzem dedi diye. Ama zehir değil, koltuk altı deodorantları olmalı bu. Burnuma yine pis kokular geliyor. Alınteri değil ki o pis su kokusu. Bu değirmenin suyu nereden geliyor dedirtiyor insana. Bir sermaye 90’a 90’a çomak sokuyor yanına ve 20 santim bir arabezini dikiveriyor. Ve bunun 110’a 110 regülatör olacağı sanılıyor. Biz, o 110’u çoktan 220 yaptık beyler. Saç kurutma makinalarınız daha iyi çalışsın diye değil. 110’a yapışırsınız 220 fırlatır diye. Şimdi saygıyla eğil. (bkz. Oral Eğil)

27.08.2007

“Top’lu İğne”den bu kez 16’lık tadında!"

Günlerce süren miskinliğim sona ermiş, yaklaşan güzün de hüzünü ile o sabah hayata sanki bir başka uyanmıştım. Gecelerdir hayal, rüya ve de karabasanlar ile süslenmiş keyiflerime azıcık ara verip, gerçeğin ta kendisine bir kez daha kulak asmıştım!.. Ne olurdu sanki delikli ve küpeli kulaklarım şimdi size anlatacaklarımı duymamış olsalardı? O yüzden geçenlerde ben size kahverengi gözlerden değil, defikatif (yani dışkılama) anlamlı şu sözlerden bahsetmiştim:

Evet; Bir çoğuna göre kimliksiz sayılan kahverenginin içeriğini anlatmak isterim bu sefer size. Hani şu zıt renklerin eşit oranda birbiri ile harmanlandığında elde edilen o müthiş lezzetteki sakıncalı tonu. Ama Yemen’den gelir zannettiğiniz kahvenin rengi değil bu kez anlatacaklarım. Bu, Hülasa ül Ala’nın rengi.

Üstelik de an alasından. Zaten içine edilesi hayatları etme bulma dünyasından bihaber yaşayanlar da pek anlamaz tesettüre girmiş söyleyeceklerimden. Hey gidi Karaca Ahmed’in yerinden çalınarak s.o.s.yetiklerin balkon ve bahçelerinde çeşme aynasına döndürülmüş o süt mermeri mezar taşları! Hadi gelin kimin anasını nereye gömelim(!) dayanışmalarını bir yana bırakıp Aşiyan’da tutuklu kalmış beton mezarlarına söyleşi kitabe sözleri döşeyelim. Madem Nazım Hikmet kalmadı buyurun Tuğba Özay verelim. Paris Hilton olmadı bari Halide Edip Adıvar derleyelim.. 6. Filo kovulup, Profumo patlarken; Aklımıza getirip, Vatan Yahut Silistre deneyelim. Köpeğime nafile mezar aradım. Ben maktulu şimdi nereye gömeyim? Tavanında çiğköfte, kürsüsünde türkücü birlikte meşk edelim.

Yeşil köşkün lambasında güllüsünü süzerken, Mazbatada lokum döngüsü, birazcık da güleryüz dilenelim. Döşemesinde döşenirde, lafı gediğine koyunca döşeme eşiğinden zor geçilir. İoa’da (San Torini de bir kent) tatil yaptığım bir Eylül ayında Tera’nın gazabını okumaktaydım. Tam bu belgesele, yamaçlara oyulmuş kahverengi tüf (volkan külü) oluşumun içindeki odamdan kuşbakışı canlı kanıtlarını izler halde daldığımda, ekranlardaki canlı 11 Eylül senaryosunu yaşamıştım. O zamandan asıl sarsıntı olarak aklımda kalan, Amerikan vatandaşlarının nasıl acilen pıl ve pırtılarını toplayıp adadan sıyrılmaya çalıştığı günler olmuştu.
Yunanlıların arkalarından kıs kıs gülerek oh olsun dediği o trajikomik oluşumun içinde ne düşüneceğimi bir an şaşırmışımdır. İkinci çarpmanın ardından vücuduma biraz daha, Amerikan malı yüksek koruyucu güneş losyonu sürüp keyfime devam etmekten başka yapacağım birşey yoktu.
Ayrıca da canım çok çekmiyordu. İntikam çanları çalmaktaydı artık. Hem de kapitalizmin günümüzdeki çelik konstrüksiyon imparatorluk kulelerinin içinde patlayan yakıt teyyareleri ile.. Halbuki, bugünlerde jeolojik parmak izleri olmasa da sıfır noktasında artık sadece göğü delmeye çalışan halüsinatif bir lazer ışık olduğunu görüyorum. O, Ege’deki 7 şiddetindeki volkanik patlama, Pers körfezinden Mısır’a, oradan da İstanbul’a uzanan bir kaplama alanı oluşturmuştu. 11 Eylül ise o kadar ileri gidemedi. Minoalıların akıbeti ortadoğununkilerine pek benzemedi.

Sadede gelelim.
Çünkü Libya’nın zengin yeraltı kaynakları Mamadu’nun uranyumunu bağlamıştı günümüzde. Bir keresinde, F.I.M.A. (Festival Internationale Mode Africain) bünyesindeki toplu gösterimizde, suyuna muhtaç olduğu Burkina Faso’nun devlet başkanının eşi ile Nijer devlet başkanını eşi Boubon göleti kenarında onur konuğumuz bile olmuştu ama tüm gösteri boyunca iki firstlady de uyumuştu. Ve çölün ıssız karanlığa bulanmış kahve rengi derileri görünmez kılmıştı zatı ailelerini.

Bugün, Lockhead faciası’na nazire eden Amerikan ve Libya andlaşmaları ile püroplastik akıntı gibi yaşamımıza giren yeşil kuşak sevdaları gittikçe kemerini biraz daha sıkıyor olsa da, içtüzükten seçmen listesine kalem tutanlar hala kemerlerini gevşetmek üzere yeni delikler açmaya devam ediyorlar. Ama unuttukları bazı bilgilerden haberdar olduğumuzu hiçbir zaman bilmeden. Şöyle ki, volkanik patlamalarda o püroplastik akıntıların su üzerine yol alabildiğini, 30 metreyi aşan su duvarı yapabilme özelliğine bir de akışkan lavlarını ekleyebilme yeteneğini bile bilmeden... Yanında bir de lahar denilen sıcak çamur akıntılarını da hesaplamaları lazımken. Aynen Bedevi çadırına başkan olarak giren devletlilerimizin hatalarının hala hafızamızda olduğunu hesaplayamadıkları gibi...

Malumunuz, topraklarımızda da basınç bu aralar nobran bir tutumla arttırılıyor.
Paralize (parolize değil) edilmeye çalışılan akıllarımız hala Krakatoa ya da Pompei filmindeymişiz gibi adrenaline boğulup imaj çöplüğüne dönüştürülen basın aracılığı ile de kimliklerimiz yağmalanıyor... Birden bu saçmalıkları unutup Antartika’nın dünyanın tatlı suyunun yüzde yetmişini tek başına barındırdığını hatırlıyorum. Erirse yeryüzünde su seviyesini 60 metre yükselteceği kesin olan yeraltı kaynakları zengin ve hiç kimseye ait olmadığı idda edilen kıtanın kıçına bile nedense ozon deliği açıldığının farkına varıyorum. İnsanın gölgesi kendisinden farklı uzayabiliyor. Hatırlanması gereken ise; İnsanlar doğaları ile oyun oynadıklarında kuşaklarından birinin muhakkak vurulacağı oluyor.

Terzi Yamağı

24.08.2007

TOP'lu 15 top gibi maşallah!

Bülly bebek kiralık anne arıyor!

Siesta*mın gözbebeğindeki turfanda çapaklarını daha henüz silmekteydim ki, halüsinatif provakasyonun (inandırıcı ve hayalci kışkırtmacılığın) düş denizlerinde yeniden kaybolmak istediğimi bana bir kez daha hatırlattılar. Hem de, o bez bebeğimde kalan son karenin durdurulamaz ivmesi ile!...
Evet, yanılmadınız. Bu kez başka bir renkte, sepia fotografta tadında, küçük ve seviyesi biraz düşük bir hikayem var sizlere.

Bülly bebek kiralık anne arıyor!
Mavililer ordusunun katamaranlarındaki otuz yaralıyı, bebek bezi endeksli ibadet odalarından denizlere döküşünü hayretle izlerken, diğer bir yandan da bana yalaka diyenlerin kodese girmesiyle irkiliverdim birden. Aman modacılar bana dil uzatmasın. Şu şom ağzımı kapayıp, som hayallerime sarılmalıyım bu durumda yeniden. Yoksa ben de içeri girip defileler yapmak zorunda kalacağım şu an ki yönetime istinaden!

O gece, (hala rüyadayız ha. Hepsi yalan elbet.) Boğazda, kralı içesi bir eğlence yerindeyiz. Sunni iktidarların üssteki kaçak katların yangın yerine döndürülüp, müptelalarını ise alev alev sokağa döktüğü zamanlardayız. Karşı masamıza ise bir şişe şarap değil ama Kıbrıs’a sömürü zincirinin otelini yapan müteahitin itleri yani ihale akbabaları tünüyor. Masamızın ortasında alevli meyve bahane, o gece Bülly’nün hikayesi oynak dilimizde kol geziyor. Hani şu kitabımın bile tanıtımında rol alan prototip lahana bebek Bülly. Bülly’e eş, bir de çarliston erkek bebek dikmek istemiştim ya? İyi de, hukukçu bebeğimin, Cengiz koyduğum adını sonradan Nergis olacağını ben nereden bilebilirdim? Bulaşıkçı değil, bulaşıcı androjen lahana bebeğime de sıra nihayet geliyor. Sıkı durun! Kötü yola düşmesi için bile kaderi, kızkardeşleri tarafından botoksdan çiziliyor. Bir travesti kulübünde simli takma kirpikleri çalınana denk elbette!

İşte o uzuvunun, seksen ihtilalini kavanozdaki belgesi sayılası aşifte bebek bakın başımıza bu ara ne işler açıyor? Yüzde sekseni delalet ve kaktırmaya oy vermiş sermayenin müşteri olduğu mekanda ayakkabılar bile dar geliveriyor birden şu iki el sıkılası ayaklarıma. Çıkartıveriyorum onları, çorapsız halleri ile nemlenmiş evlerinden.
Benim değil ama köprünün led ışıklı sakatat ayaklarının kokusu bile bastıramıyor.
Kokmakta olan olaylı ve hayali sıradan hayali hikaye ise şunları kulağa fısıldıyor:

-Ben Bülly. Evlenip doğurmak istiyorum. Cengiz olmuş Nergisim. Kendime yeni bir eş diliyorum.
-Sana yeni bir armağan alayım mı yavrucum? – İstemem anacım, istemem. Onun adı malum, havası çok ketum.
-Peki kiralık anne bulayım mı?
-İsterem anacım, isterem! Onun adı da malum, anası çok kabul...
Guya rüyamızda, masadaki dedikodulara son verip hemen işe koyuluyoruz. Muhabbet tellalına dönüştürülmüş gönlümüzden bir name daha kopartıyoruz. Ama nafile. Gelen tüm başvurularda genelde şu sorular hakim:

1- Spermler Bülly’den mi yoksa bize süpriz yumurtadaki hediye de mi?
2- Acaba; Uygulamalı mı, yoksa uygunsuz mu dölleyeceğiz?
3- Eksi 140 derecede donmuş spermlerin satış ve mal iade garantisi var mıdır?
4- TSE standartlarına uygun mudur?
5- Telif hakları saklı mıdır?
6- Mamul üretimi gerçekleşir ise SSK bize primi verebilir mi?
7- Doğum iznini kim kullanacak?
8- Eğer hilkat garibesi doğarsa hangi televizyon programlarında hayatını yaşayacak?
9- Nüfus kağıdı, İstanbul’da sergilenen danalar gibi benekli mi, yoksa İskoçlar gibi ekose etekli mi kalacak?
10- Bir de hatırlatma vardı. 30.000 yetmez. 70.000.000. biz de isteriz!

Hal bu olunca da, doğal olarak milli doğumumuz bir başka bahara kalıyor.
Hemen ardından da içgüveysiye düşeş atılmışcasına peşkeş çekilmiş Tarlabaşı’ndaki izbelikleri mühürlüyüveriyoruz. Jiletli ve zincirli etekliler ordusunu da trafiğe sorumsuzca engellemekten vatandaşlık numaralarına 180 YTL ceza kesiyoruz.
-Oğlum sana homofobi alayım mı?
-İsterim babacığım isterim!

Oysa üvey annesi bir eşcinsel ve kendisi Büşra Spor’lu taraftarlar göz ardı ediliyor.
Aseksüel, biseksüel, heteroseksüel, homoseksüel, metroseksüel, überseksüel derken kafaları iyice karıştırması için seksin ve alfabenin 29 halde paketlenmesini izlettiriliyoruz.
Belki de sırf bu yüzden Kargam Baygın evlenecek kız arıyor.

Belki inanmayacaksınız ama hala izinde değil, yaz izininde boşa vakit geçiriyoruz.
Kaldırılası izinler bir yana, peki şimdi yumuşak G’yi ne yapacağız?
Bizim yarınlara dönük aydın bakışlarımızı öküzün trene bakışı sananlara, mecburen biz de yeni trenyolları diliyoruz. Hem de paslanmaz raylarıyla birlikte!
Sadece spagetti western tren istasyonları değil yani!
Oral laflar, sanal armağanlar ile mi eğitileceğiz ayol?
Vilayetin ağır cezada yargı denediği mi olacak çözüm yani tüm bu kaotik duruma?.
Kestirene herşey mubah da, neden tüm cezalar Allahın yarattığına sahip çıkıp, onu koruyana? Yoksa MERNİS’de (merkezi nüfus idare sistemi) başka kimlik kodları ile mi şifreleyeceğiz vücudunu kullanma hakkını mecburen saklı tutan vatandaşları?

Boşverin kızlar; Hadi siz yemin törenlerine!
Unutmayın sakın. Yangına körükle gidilmez. Sulama hortumuyla gidilir.
Bu arada, her gün dışkılama için kullandığınız organlarınıza dikkat edin.
Kazıkları çıkartıp yerine tıpa koymasınlar o kestirenler birden sakın.
Sakınan göze çöp batmasın diye pembeliler ve mavililer sen zot, ben zot; ata kim versin ot? diye çekişirken, bakın neredeyse kahveringi gelecek vallahi içimden ortalık olac bom bot !

Terzi Yamağı

21.08.2007

Top’lu İğne’den “Full Moon” yani 14

Baksanıza;
Ayın ondördü gibi gerçeksi hayallerin de ondördüncüsüne gelmişiz bile.
Neva’nın (sanal sohbet arkadaşım) isteği üzerine rüyamdaki gerçeklerde bu kez mavi gömleklileri üç Belediyenin birden lağımını topladığı altı dışkı dolu bahçede bırakıp, yolumuza pembe gömlekliler ile devam edelim bakalım.

Odacı, bozacı ya da lağamcı olmadığımıza göre bu durumda yeni mevsim üzeri mesleğim gereği önce gelecekten biraz haber vermeyilim size.

Bakın bu yıl rüyalarımızda daha hangi renkler moda olacak? Pişmiş kestane pembesi desem? Türk dil kurumu Marone Puree diye bir açıklama yolları mı dersiniz?

Hazinesi tandır ama bandırma açıklarında üflenerek şişirilmiş, pişmiş kelle gibi sırıtarak çocuk kakası rengindeki paraları saçılan bütçelerimiz o sabaha karşı, rüyamda yurdumun en pahalı terzihanelerinde bahçevan ve hizmetçi kostümü diktirme yarışına girmişti.

Kızıl Haç’dan Kızıl Kimer’lere insanlığa hiyerarşi provası giydirilir mi, giydirilir.
İyi de; O kılıklara girenler, sadece mulaj giydirildiklerinin farkında mıdır ki acaba?
(mulaj: Amerikan bezinden yapılan, astardan önce vücud üzerinde ölçü almak üzere hazırlanmış kumaştan mamul kalıp giysisi)

Eeeğ; biz dike dike bu günlere geldiğimiz için şu sıralar Mediha’dan da duyduğumuz gibi bu konuda bizim de kapımız çalınmıyor değil hani!... Sadece bununla da kalınmayıp, seçim üzeri markamızdan promosyon bile yapılınabiliyor lavantamsı mebusan yani!

Ne gariptir ki, Penguen’e döndürülmüş hayatlarımızın içine edenler, o kılığın altına bu ara etek giydirme derdindeler. Erkeğe etek giydiren coğrafyamız, kadına da şimdi pantalonu sokuşturmalı diyor ve “Başını ört-kıçını aç” kıskacında herkesin birden giyim derdine düştüğünün farkına varıyorum.

Aslında altı delik pençeli hayatları yaşayan işçilerin maaşlarının betimlenmesini diliyorum... Madem bu kadar diktirme müptelası bu toplum, ben de bir dalıp bir çıktığım iğnedenlik olmuş hayallerime bu kez bir başka Top’lu İğne’mi sadece iğneli fıçının genel provası için kullanayım diyorum.

Pembe hayallere dalmış ve iyice afyonlanmış gecelerime, bir karabasan daha iniyordu o karanlığa sırtını dayamış ama aydınlığa bakan yatak odamda. Ayın ondördü, gece karabulutların ardındaki aydınlık mehtabını sanki benden saklamaya çalışıyordu mahmur gözlerimde. Aralık kalan camdan bırakın rüzgarı, sivri sinek dahi içeri giremiyordu. Arada bir kıpraşan tüllerin gölgelerinde ise ay ışığının büyülü ama hüzünlü buğusu dans ediyordu. Aynen Neruda’nın, (Güney Amerikalı bir yazar) bir zamanlar yurdumdaki yasaklı şiirinde olduğu gibi. Kıvrak dans çalımyarıyla kemerini çözüyordu sis! Ve hayallerimiz artık halojen ışıkların altındaki saray taklidi lampaderleri ile (ayaklı ışık kaynağı), tahta laleli cip salonlarında aydınlanıyordu.

Yüz yüze yanıcı kumaştan mamül (bkz. IATA uçuş güvenlik kuralları) üniformalı sarışın genç, uçuş kayıt sırasında, Dalaman’daki istasyonla Beyrut’taki Hariri suikastine sıkışmış bakışlar ile kolyelerimi süzüyordu.
-Fazla bagajınız mı var sayın yamak? Aslında keşke cebimde on gram tuluremiya ya da ebola virüsü olsaydı diyorum kendi kendime: Sanki Leyla Halid'in ruhuyla Barbaros Bin Laden oluveriyorum bir kez daha rüyamda.
-Sadece el bagajım var?
-Görebilir miyim lütfen?
-Buyrun.
-Şu cabin yazan etiketi takmanız gerekiyor.
-Koridor veya pencere?
-Farketmiyor. Ancak galiba seyahat acentam yer ayırdı.
-Mil kartınız işlenmiş ama yer ayrılmamış size.
-Fark etmez siz nereyi uygun görürseniz!
-İyi uçuşlar. Kapınız 216. Koltuk numaranız 23 B (yani ikiside değil orta koltuk olmuş nedense?) 06:45 de güvenliklerden geçip salonda olmanız gerekiyor.
-Teşekkür ederim. Size de iyi günler.
Diyerek gümrük kontrolü için pasaport yönüne ilerliyorum. Taşıt puluna benzer haracı ödemek için uğradığım Maliye Bakanlığı’nın boş masasından yeni bir uygulama bahane ile THY yolcusu olduğum için kovulup bilet satış tarafına, 13 no’lu camlı kafese yollanıyorum ve sonunda pulumu yapıştırıp pasaport kuyruğuna erişebiliyorum. Çantama kabin etiketi veren gencin bakışlarına yapışmış kırılacak etiketi de hafızama kazınmış olduğu halde hem de Bedava dağıtılan pırıl pırıl kılıklı gazetelere bulaşmadan ıskalayıp, güvenlik kamerasından, yurt dışına çıkışımın vesikalık resmini büyük ağabeyime postalattırarak transit bölgeye vardığımda başka süprizler de beni beklemiyor değil hani... Ama, mavi göklerin pembe hayalleri bir numara dar gelince de ortaya gerçekten gülünç kareler dökülüveriyor.

Öyle ki; altı uymayınca, formasını taksitle tamamlamış personelin üzerine giydirilmiş hayatlarındaki kesintiler kendi kendine acıklı bir söyleşi veriyor...

Tam kimine dolar yeşili, kimine belediye mavisi, kimene de havalı pembe giydirilmiş emanet kimlikleri “ne zaman bu insanlar sırtından çıkartacak?” derken kuruşa mahkum liramız ile yaşamaya mahkum edilişlerini görüyorum. Yönetim kurulu üyelerinin golf otellerinde yeşermeyecek ki bu topraklardaki aydınlık hayaller. Sezar’ın tacını kendilerine Kaligula edası ile kartvizit yapanlara sesleniyorum. Yurduma kara çarşaf giydirmeyi düşleyen kara gönüller ordusu giriveriyor bir kez daha rüyama. Kanlar nasıl olsa göle dönmüş kanlı ceplerden kaçarcasına ortaya dökülüveriyor ve ortalık kan çölüne dönüşüveriyor. Kan bu, rüya bozulur diyorlar. Takma kafana... Olmuyor. Öyle kolay uyandırılamıyor işte televizyon mahkumu bazı aşağılık proleterya! Yüksek burjuvaya yakışır abuk bir yüklemenin ardından, pembe, üst sınıf yolcu perdesi bir kez daha yüzümüze kapanıyor. Londra Stansed’den gelen 737 tipi kliması bozuk uçak içi karasinek dolu olarak Antalya’ya havalanıyor.

Temizlenmemiş tuvaletlerin kokusunda hala sabah mahmurluğumuz.

Bu durumda Mahmureye dönerek şikayet mektubumu yazıyorum ama onların postası biz bu cehennemdekilere değil, galiba sadece kendi ceplerindeki cennete ulaşıyor. Böyelece, o kırılacak etiketi yapışmış personelin gözlerinden, pembe peçetelerden sandviç, zemzem bardağından da su ikramıda sunuluyor tabuta benzeyen karton nesnelerde! Kıllı kolllardan biri daha içki servisini reddederek istifa ederken rüyamde bile istifra etmeye zorlanıyorum. bilmeden yediğim, -içinde domuz eti yoktur- yazılı sandviçten.
Bu kabusta bunlar olurken, diğer kurguda yetişmiş ve tecrübeli personel de emekliye sevkediliyor. Kanadımın kolunun kopuşunun sarsıntısıyla değil grev dalgalarının borozanıyla uyanıyorum şimdi de. Uç uç böceğim. Annen sana mes, fes ve Davud’un yıldızını alacak; terlik papuç çoktan zebil. Kon kon kelebek olmuşsun; Koşarize mönülü (Yahudilerin dini itikatlara gereği özel hazırlanmış yiyeceklerden oluşan liste) ve altın bilezikli düğüne takı merasimi bile olmuş bu ara reklamlardaki Oral Eğil!...

Arkanda rap rap asker yok ama bu kez grev sesleri hala haberinde bile değil!
Çifte kavrulmuş bisküvite benzer rüyamdan uyanınca hemen kahvechiye bağırdım; kahvaltımın öncesine sığınıyorum ve hayata inatla devam ediyorum.

Azimle o sabah bir kez daha dışkılayıp, mermere cezamın günlüğünü ispatlayan bir çiziğimi daha çekiyorum. Teharata sürülmüş gözlüklerdeki, başka renk bakışlar ile yeni bir renkte rüyaya dalmak üzere siestaya yorganımı denkliyorum...

Terzi Yamağı

14.08.2007