2. El Uluslararası Film Festivali için yine Ankara’dayız…
Ama hala köyden bile geri kalmakta olan Ankara’ya şaşmaktayız…
Bir Cuma gecesi, 00:30 uçağı ile başkente uçacağız. Kimbilir hangi gavat yüzünden, yaklaşma aleti bozuldu diye saçma bir bahane ile kabin içinde bir saat daha mahsur kalacağız… Öyle ya, günde yaklaşık 1000 uçağın iniş kalkış yaptığı alanda nasılsa ahmak zannedildiğimizden böyle bir numarayı yutacağız…
Yaklaşık 02:30 suları Esenboğa’ya iniyoruz… Isının eksilerde gezdiği karlı alandan yolcu çıkışını bodoslayıp sessizce dışarı ulaşıyoruz… Zehir gibi soğuğa rağmen ciğerlerimizi yakan tezek kokusuna her seferinde zaten şaşıyoruz.
O da ne? Yolcuyu kente ulaştıracak ne bir servis var ne de raylı sistem… Oysa binince taksiye, sizi meydan çıkışında karşılayan ilk afiş belediye başkanının başbakana yağ çektiği cinsden…
Lider ülke Türkiye. İyi de kilerde yatırım ortaklığı niye?
Karlı, buzlu, kapkaranlık yollardan kente doğru giderken, 2. Dünya savaşının sonunda yapılan sosyal konutlara benzeyen garip renkli led ışıklı binalara hayret içinde bakıp Gazi’nin Ankara’sının nasıl da rantsal bir çıkara kurban edilişini şaşkınlık içinde üzülerek anılarımıza bir kez daha yazıyoruz…
Aslında yıllardır desteklediğimiz 2. El Film Festivali gerçekten tam başkente uygun, çünkü herhangi bir festivalden red cevabı alan tüm filmler buraya seve seve kabul ediliyorlar… Üstelik bu yılki konu “futbol” temalı olunca orta hakemi olduğumu belirleyen afişler tüm kentin bilboardlarını da süslüyorlar…
Girilmesi de çıkılması kadar zor ve kapkaranlık olan sokaklar kar, buz, çamur ve pislik içinde… Zaten halkı da mutsuz ve kapkara giysiler biçiminde…
İlk gün önce Nevzat Ayaz Kız Teknik Meslek Lisesi, ardından Gazi Üniversitesi Meslek Eğitim Fakültesi ve Ankara Üniversitesi Matematik Kulubü’ndeki yoğun ilgiye maruz umut veren etkinliklere dalıyoruz. Akşamı ise Sakarya caddesinin her tür kimliği bağrına basabildiği ender mekanlarda şahlanıyoruz…
Büyük alışveriş merkezindeki oyuncu ve yönetmenlerin Ankara Gücü’ne karşı yaptığı Futbol maçının ardından kentli konuklarımızla hoşsohbet anlar ile yaşamı bir kez daha taçlandırıyoruz… Ve dönüş için rotamızı tezek kokan o dünyanın öbür ucu, ulaşılması zor havaalanına bir kez daha doğrultup kontuarlara varıyoruz…
Haber bülteni, bekleme salonundaki açık televizyondan tüm gerçekleri yalan dolu stratejisi ile bir kez daha yayınlıyor… Hepimiz Ermeniyiz diyen yürüyüşler, geçenlerde yapılan Hocalı Katliamı’na karşı etkinliğe alternatif diye sunuluyor… Demokrasi Yamukrasi ve Futbolmasi yine karışıyor. Aklıma Bursa maçında toplanan Azeri bayrakları geliyor… Bu arada belediye başkanı, kente dev film stüdyoları yapacağını ve bunu dünya sinemasına bedava kullandıracağını söylüyor . Yetmezmiş gibi ucube üst geçitlerin hepsini saat kulesine döndürerek Ankarayı dünyada en çok saat kulesi olan noktaya taşıyacağını açıklıyor…
Bir kez daha anlıyorum ki bunların hepsi trışkadan momborak siyaseten Film icabı… Ali Baba ve 40 Haramiler’in definesinde yatarmış icabı. Büyülü Lamba değil ki “Ala ettin ey Akşemsettin” icadı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder