Bu sayfada yer alan tüm yazı, resim ve buna benzer içeriğin tüm hakları Barbaros Sansal'a aittir. Izinsiz kopyalanması ve kullanılması yasaktır.

5 Ağustos 2012 Pazar

Osmanlı Hanedanı da artık azınlık sınıfında

Louvre’da çalışmış bir mimar; ‘eşcinsellik vizitesi’ almış ilk psikiyatr; sanat koleksiyonu sahibi bir hattat... Son Osmanlılar’dan Tunç Gan Osmanoğlu’yla kendisini, ailesini, Osmanlı’yı ve bugünü konuştuk.

Sıcak mı sıcak bir gün. Ömer Avni Parkı’ndan kıvrılıp çok eskiden doldurulmuş bir bahçeye doğru yol alıyoruz. Dolmabahçe Sarayı’nın bahçesi… Tunç Gan Osmanoğlu’yla sohbetteyiz. Osmanlı Hanedanlığı’nın son aile üyelerinden… Ailesinin geçmişteki imkânları olsaydı, bu röportajı onlara ait olan Dolmabahçe Sarayı’nın büyük salonunda, Sevr porselenleriyle gerçekleştirirdik. Artık bilet alıp girmek zorundayız. Hemen saat kulesinin yanındaki, adı görgüsüzce ‘cafe’ yazılmış ‘kahve’ye yerleşip sohbete başlıyoruz. Hattat sanatçısı, mimar ve koleksiyoner olan Tunç Gan, şimdi psikiyatri ve psikoloji dalında hekimlik de yapıyor. Üstelik Türkiye’de eşcinsellik vizitesini Sağlık Bakanlığı’ndan onaylatan ilk kişi.)

- Nereden aklına geldi bu homoseksüel terapi?

Benim eşcinselliğimle ortaya çıktı. Mimarım ve hattat sanatıyla uğraşıyorum. Çocukken hep şunu hayal ederdim; Mimar olup yuvamı yapmak sonra da hekim olup kendime bakmak. Şimdi hekim de oldum.

- Yuvanı yaptılar mı peki?

Yaptılar. Muhteşem yuvalarım oldu.

Her zamanki haylazlığımızın kahkahaları, bahçedeki herkesin dikkatini çekince personel de bize bakmaya başlıyor. Mahcup bir tavırla servis elemanından bir portakal suyu ve soda rica ediyoruz, daha kısık sesle devam ediyoruz…

- Basında bunun tartışması bile oldu. ‘Pahalı’ dendi senin bu terapiler için, nedir bu gürültü?

Klinik psikoloji olarak 485 TL’lik bir vizite ücreti varken 225 TL’ye indirttim. Birçok meslektaşım gibi kayıt dışı çalışmadığımdan vergi yüküm ağır oluyordu. Gürültülük bir konu yok yani ortada.

3 CİNSİYET VARDIR

- Devlet hastanelerinde ‘eşcinsel terapi’leri yapan bir servis var mı?

Yok, olması da sanırım mümkün değil?

- Neden? SGK var ya artık?

Mevcut olan tüm reformlar, bu topraklar üzerindeki tüm değişimler ve tüm kurulan ülkesel düşlerde, maalesef bu düşleri kuranlar bu düşleri gerçeğe çevirenler; eğer eşcinselsen hep bundan korkup kaçtılar.

- Yani bu 16 devleti kuranlar içinde eşcinseller de mi var diyorsun?

Düş; kadın ve erkeğin bütünlüğüyle kurulan bir durum. Hepimiz X ve Y kromozomlarından ibaretiz. Bunu psikolojide ayrı bir noktaya koymak gibi bir durum söz konusu değil. Dolayısıyla eşcinsellik bir seçim, tercih ya da hastalık değil. Bu bir oluş ve yönelim. İnsanların cinsi olmaz, cinsiyetleri olur. Dolayısıyla üç cinsiyet vardır. Eşler, aynı cinsiyet içinde olanlar ve birbirlerinden farklı olup üremek adına bir araya gelenler.

1000 YILLIK OSMANLIYIM

Neyse ki Almanya’dan gelen iki çocuk, yanıma gelip bir hatıra fotoğrafı çektiriyor. Almanca konuşmam karşısında çok mutlular. Tam o sırada siparişimiz masada. O da ne? Kapağı açılmış vaziyette bir soda şişesi? Ne bardak var, ne kamış... Saray bahçesine pek yakışmış! Hemen rıhtımda hazırlanan iftar masalarına gözümüz takılıyor ve nasıl bulduğunu soruyorum. Tunç Gan monarşiden gelen esprili anlayışıyla, “Bizim zamanımızda yoktu bunlar” diye espri yapıyor ve anlatıyor:

“Saray bahçesinin rıhtımındaki şu ucuz görgüsüzlüğe bak. Yaldızlı sandalyeler, beyaz polyester örtüler, bronz şamdanlar… Ne feci…”

- Louvre Müzesi’ndeki restorasyon çalışmalarında tek Türk mimar olman tüm bunları görüyor olmandan kaynaklanıyor olabilir mi? Bize biraz kendini anlatır mısın?

“Benim anne tarafım 500 yıllık”, “Baba tarafım 700 yıllık”, “Bilmem nerelere uzanan asaletim” diyerek kanal kanal gezenler, gözü sürmeliler de var. Ben 1000 yıllık bir ailenin ferdiyim. Eski saray hizmetçilerinin, dekorasyon-tasarım diye ortalara dökülenlerini infial içinde izliyorum.

- Tamam, tamam. Zaten kritik bir mekândayız. Balyan kardeşlerin yaptığı; hiç bir sanat anlayışı, değeri bulunmayan ucube sarayın yanında…

Hem soruyor, hem susturuyorsun ama! Artık halkın malı olan bu sarayın 30. localardan tut da, 500. Yıl Vakfı yemeklerine, bir gazetecinin kırkıncı yıl kutlamasına, hatta Urfalı terzilerin büyük salondaki defilesi için bile halka kapatıldığı günler de gördü burası. Kristal şamdan da o zaman kırılmıştı zaten.

LOUVRE’U RESTORE ETTİM

- Tamam, boş verelim sarayları. Ülke zaten belediye ve gevrek sarayı… Nedir bu saray merakı?

Bir ülkede bu kadar çok saray olursa, özlenenden, ihtiyaç duyulandan fazlası ve gösteriş merakı doğuyor. Louvre Müzesi’ndeki restorasyon çalışmalarımda daha da iyi anladım. O arşivleri, eserlerin restorasyon aşamalarını görünce bizde bir problem olduğunu anlıyorsunuz. Bizimkisi görgüsüzlük. Toplam 3 tane sarayımız var aslında. Topkapı, Edirne ve Tahta Saray. Diğerleri Osmanlı Hanedanı’nın kalmadığı yerler. Gerçek saraylar çok az ve arşiv yok, Osmanlı’nın izi yok…

- Aşk olsun, tüm televizyonlarda çatır çatır tarih programları var. Diziler her yerde. Hediyelik eşyaları var ya hani. Nar ve kaftan denizinde geçilmiyor ortalık. Genetiğinde Osmanlı taşıyan biri olarak nedir bu ticaretin Osmanlı’ya merakı?

Narlı kaftanlı bir Osmanlı yok, hiç olmadı. Bunun altında kompleks olduğunu düşünüyorum. Aslında Osmanlı, Cumhuriyet Dönemi’nin var olmasını sağlayan bir yapıydı. Çok da sivrileşip isimler zikretmek istemiyorum. 11 yıldır basına hanedanlıkla ilgili hiç beyanat vermedim. Üstüne üstlük şimdi seninle konuşuyorum. Cumhuriyet dediğin de bir Osmanlı zaten. Bir yarıştırma söz konusu olamaz. Ama hanedanın bıraktığı tüm güzellikler göz ardı edip sadece popüler kısmı ile uğraşılıyor. Bir Kısım Osmanlı düşünürünün hâlâ ‘ye ye bitmez’ bu ülke dedikleri. (Damat Ferit değil yani.) Dedelerden birinin üç ay sonra çürümüş olan cesedini kaçırmaya kalkışan bile oldu Osmanlı’da... Her neyse, senin soruna dönelim. Osmanlı’ın 600-700 yıl dünyaya hükmetmesini bir kenara bırakmalım. O devlet kendi dilini, kendi dinini ve kendi cinsiyetini koruyarak; başka din, dil ve ırkların; hatta tercih ve yönelimlerin hepsine saygı gösteren bir yapıydı. Bugün ‘İslam, İslam’ diye ortalarda dökülenlerin, gerçek tarih kitaplarını okumadığını görüyoruz. Şeriat denilen kavramın aslında bir noktadan bakıldığında Osmanlı’dayken ne kadar demokratik yapıda olduğunu görüyoruz. Osmanlı’nın bunu uygulamadaki en önemli silahı eğitimdi. Ortada bir ırk var ama birçok imparatorluktan, birçok coğrafyayla inanılmaz bir kültürel dirsek temasında olan; düşmanını bile kendi naif diliyle uyaran bir üsluptu.

Kafamda sormak istediğim çok fazla soru var ama çok da özeline girmekten çekiniyorum. İroni haline getirdiği polyester pembe şalını bir başına sarıyor, bir omzuna… Şaşkın bakışlar ile kaynatmaya devam ederken hesabı da istiyorum.

Hoş, bana da durmadan açıyorlar da, peki sana neden dava açıyorlar? Sen ne yaptın? Öncelikle çekirdek aile yapısındaki rantlardan olsa gerek. Bazı şeyleri konuşmam zor, konuşamam da… Bu ülkede belli bir noktadan sonra yaşayamayacağımı biliyorum. Ne yapmam lâzım? Bugüne dek oluşturduğum sanat koleksiyonlarımı ve ailemden gelen arşivlerimi, heykellerimi yaptığım hatlarımı değerlendireceğim.

ÖRTÜNMEM İRONİK

- Niye örtünüyorsun?

Bu ülkede, sokakta yürürken dimağımı kaybetmek istemiyorum.

- Korunmak için mi örtünüyorsun?

Hepimiz onun için örtünmüyor muyuz aslında? Cinsel ve dinsel nedenlerle bedenimizi korumak adına… ‘Endu derun’ bir konu. Ben cinsel ya da dinsel anlamda örtmüyorum. Tamamen zihinsel amaçlı bir ironi…

Hesabı ödüyoruz. Ticari taksilerin girmesi yasaklanmış. Otoparka yavaş yavaş lüks araçlar dolmaya başlıyor. İftar için ayrılmış bölüm bir çubuk ve kayış sistemiyle sessizce kahveye kapatılıyor. Yaldızlı örtülere vuran güneş sırmalarda kararırken, hurmalar ve çorba kaşıkları masalara yerleştiriliyor. Toparlanmadan önce son bir hamle daha yapıyorum.

- Yetkin bir ağız olduğun için soruyorum. Nedir bu Osmanlı Bankası meselesi?

Bankalar caddesindeki bina, önceleri Osmanlı Bankası olarak müze hizmeti veriyordu. Bir yorum yapamam, çünkü ben de bilmiyorum ama bir şekilde Garanti Bankası’na verildi. Osmanlı Vakfı muhakkak ki konuyla ilgileniyordur. Devir alınacağı konusunda ciddi yazışmalar var. Zannediyorum ki Osmanlı Hanedanı da artık azınlıklar sınıfına düşürüldüğü için bir takım varlıklar geri isteniyor. Nasıl ki ruhban okulu gibi başka bir dinin tapuları veriliyorsa, bugün Bartholomeos bile dış ülkelerde Bizans Devlet Başkanı olarak mor kurdele ve mavi mühürle protokolde karşılanıyorsa durum gayet açık görünüyor. Belki biz görmeyiz ama Osmanlılar’ın da mülkiyetlerini geri almak adına kendilerini bu sınıfa sokacaklarına şahit olunur. Gerçek Osmanoğulları burada yoruma açıktır. Nasıl ki Çırağan, -ki aslında bir Emevi Sarayı’dır- sözde restorasyon adı altında sahipleri şüpheli bir kuruma nasıl verildiğini, iskanı olmayan bir yere kazulet bir binanın nasıl yapıldığını gördük (Kempinski). Harem duvarından çınarların kesilerek nasıl kapı açıldığını gördük. Bodrum’daki mezarların harap edilerek sökülerek taşındığını gördük. Bu sarayın ahırlarının olduğu yere de kapı açıldı. Mevcut olan tüm belgeler ve arşivleri de kayıp.

- Osmanlı’dan intikam mı alınıyor yani?

Osmanlı’dan imtina ediliyor Barbaros. Bu ülke Cumhuriyet’e geçişte İsmet İnönü ile bile ilgili herhangi bir konuyu konuşmazken, bırak Osmanlı arşivini, artık ülkelerin ve halkların sıfır sorun diye birbirine sokulmaya çalışıldığı bir yerdeyiz. Sıfır, sıfır yani WC.

Usulca kalkıp yatay güneşte birkaç fotoğraf almak için önce ana kapıya varıyoruz. Yoğun trafiğin olduğu caddeye ulaşırken Dolmabahçe’nin önündeki kaldırımların ne kadar dolguyla yükseltildiğini ve çürüyen çınarları izliyoruz. Kalabalık trafiğin içinde, yollarımız artık ayrılıyor. Kendimi Ömer Avni merdivenlerine; yukarı atarken, nefes molalarımda arkamı dönüp eski başkent İstanbul’u defalarca izliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder