Bu sayfada yer alan tüm yazı, resim ve buna benzer içeriğin tüm hakları Barbaros Sansal'a aittir. Izinsiz kopyalanması ve kullanılması yasaktır.

17 Ocak 2012 Salı

GÖLGELERİN BÖLGESİNDE

Can çekiştirenlere
Sileceklerin sağanak yağmuru engellemekte zorlandığı, ön camın

arkasında uzayıp giden bir garip yoldaydım…

Zar zor algılanan yol çizgileri, ufuk çizgisine doğru her ne

kadar kısalsa da, bana doğru bir o kadar hızla uzuyordu… Aracın

radyosundaki cızırtılar kulağımda ve alacakaranlığın gözlerimi

kamaştıran griliğine, mavilik kahpelik yaparak eşlik ediyordu…

Arka koltuktaki yayıntının edepsizliği de sebepsiz değil.

Konserve hatta poşetlenmiş mamalar, eski battaniyeler, tıbbi

malzemelerle dolu bir karmaşa… Öngörümün önünde, henüz hayali tam

oluşmamış ve de toplumun dışladığı insanların; sokaklarda hayat

ve ekmek arayan travesti ve transseksüellerin yaptırdığı Ankara

Gölbaşı Hayvan barınağı…

Ha ha ha...

Evet işte size eşit yaşam hakları…

Sadece gölgeler değil ki uzayıp giden. Kısalan ve kaybolan

hayatlarda göz önünde… Ha sokak kadınları ve adamları, ha sokak

hayvanları. Ne fark ederdi ki, bu ülkede… Nasılsa artık sosyete

pazarının yerini alamazdı can pazarı, bariz neticede…

Sırasıyla Düzce, Kaynaşlı ve gişeler...

Otomatik ödeme için gişeye yanaşıyorum. Kıyı kenarda kuyruk

sallayan birkaç köpek dikkatimi çekiyor. Hemen ardında ise,

görevlilerin artıklarının duvar dibindeki dağınık pisliği. Belli

ki oradan da beslenir düşmüş hayvanların künyesizliği…

Sonra hayatımda yer almış ve sonra kaybolmuş eski dostlarımın

koro halinde sesleri geliyor kulağıma. Bubi, Zoro, Tane, Fıstık,

Bambam, Yogi, Bobo…

Ve İstiklal’deki her gösteriye eşlik eden aktivist EYLEM,

Ve Ömer Avni parkındaki nüfusa liderlik eden koca kafalı kara

burun kırması OSMAN…

Ad verdim hepsine, Üçbacaklı Bonny’e bile…

Bitişikte; dörtçeker, 06 plakalı, lüks ve siyah camlı araçta

şanslı bir aşifte dikkatimi çekiyor. İffetsizliği plakasındaki

harfler ile zaten arzıendam ediyor ve arka camında sahte mutlu

bakışlarla marka bir kopek daha... Göz göze geliyoruz yan yana

yol alırken. Belki parfüm kokuyor ama gözü hâlâ otoyol kenarında

ardında kalmış arkadaşlarında ne yazık, üstelik hüzünlü ve

çapaklı gözleriyle bakarken…

Can almasak da can versek, canımızdan değil de cananımızdan mı

vazgeçsek ?

Sorular kafamı kurcalarken kararmış gecede barınağa varıyorum.

Evde kalmış, mutsuz, geçimsiz, aksi, dul ve yaşlı kadın misali

barınak görevlisinin vurdumduymaz tutumuna sert bir şekilde

karşılık veriyorum. Sabahtan önce ziyaretin ve yardım kabulünün

mümkün olmadığını söylüyor. İnadım inat kontağı kapatıp, arka

koltuktan bir battaniye çekip yeni günün doğmasını beklemek üzere

uykuya dalıyorum...

Gecenin karanlığını canhıraş çığlıklar ile yırtan sesler bir

müddet sonra ahenkli bir oratoryoya dönüşüyor...
Soğuk ve diğer hisler de yavaş yavaş kayboluyor.
Sonsuz bir karanlıkta ve sessizlikteyim…
Gölgelerin bölgesinde can çekişmekteydim…

Ağlayarak uyanmak istiyorum sabahına.
Gözlerim yoktu ki artık arabada ölü bulunmuştım nasılsa!!!

Unutmayın yakında 14 Şubat Sevgililer Günü var.
Ama dünyamızda en çok kürk o gün satılır ve doğa olur tüm

canlılara dar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder