Bu sayfada yer alan tüm yazı, resim ve buna benzer içeriğin tüm hakları Barbaros Sansal'a aittir. Izinsiz kopyalanması ve kullanılması yasaktır.

15 Ocak 2013 Salı

HAYDARPAŞA'NIN GELİNİ


Kristin Haydar

Haydarpaşa'nın gelini Kristin Haydar.
Haydarı da gelin ettik ya, koyunlar ne anlar!

Yavaşça yanaşıyor içi yenilenmiş şehir hatlarının Sarıyer adlı eski vapuru tarihi iskeleye. Kısa süre önce kalkmış zaten çakma Karaköy yüzer iskelesinden, oysa 2 kere yanmıştı denizyollarının aslı kocaman iskeleleri ta eskiden...

Burhan pazarlama da yoktu bu kez dağların ardından dikiş sepeti getiren! Ne yanında bedava çengelli iğne seti vardı ne de ekay tarak hediyesinden. Aklıma geliverdi Turgut Özal’ın oğlu Efe Özal, ekonomi kanalı açtığında onun ekranına satış pazarlamaya geçip, sonra da kaybolup gittiğinden...
Ekonomiyi: Satıyorum, satıyorum, saat tım!
Ne emprime elbiseli mantolu hanımlar vardı ne de fötür şapkalı beyler lüks mevkiden. Belli ki  Bankalar Caddesi memurları da gelememiş, çoktan tarih olmuş kambiyo servislerinden. Emanetçi Sultana’nın deposu köfteci olduğundan mı bilinmez ama mevki farkı kalkınca da, belki 2 mevki yolcusu amele bile artık vapura binemediğinden...
Bankaları: Satıyorum, satıyorum, saat tım!
Kimi öğrenci kimi işçi kimi memur, gri kara bir kalabalık yerleşmiş sahte deri koltuklara. Ellerinde bir enstrümanla birkaç da işten dönen müzisyen serpilmiş sanki aralara. Günün sonundayız aslında o ara ama yönümüz yitirilen Haydarpaşa!

Usulca yavaşlıyor Toprak Mahsulleri Ofisi'nin silolarının gölgesinde gemi. Vinçler, konteynırlar, kosterler bile sanki başı öne eğmiş, sessizce alınca ölüm emrini.

Limanları: Satıyorum, satıyorum, saat tım!

Halatlar bağlanıyor demir babalara, rulmanlı tahta iskele ise veriliyor yüzer dubaya. Yularından boşanırcasına inmeye başlıyor insanlar. Bu arada, etrafta bir de kayıt yapan bir televizyon kamerası var. 

Vahşi bir hırıltı geliveriyor yanımdan, biraz da ter ve rutubet kokusu ardından. Bir de bakıyorum bıçkın mı bıçkın, tıknaz kara biri kendini adam sanmış, üzerindeki polyester montla özel güvenlik levhası ensesine yapıştırıldığından. 

Yasak kardeşim çekme diyor kameraya. Oysa vapurların ihalesi ile donatıldı her yer yandaş medyayla... Genç kameraman, "Vapuru çekmiyorum, yolcu inişini çekiyorum" diyor. O da, "İskeleden dışarı çıkana kadar asla çekemezsin" diye yeniliyor. Gerginliği bırakıyorum arkamda, çünkü hedefimde can çekişen tarihi Gar Haydarpaşa...
Kamu mallarını satıyorum, satıyorum, saat tım!
Rüzgar sert, hava buz. Yolcu kayboluveriyor, koşar adım kalan son banliyö hattına. Anadolu trenleri yanıyordur kara bahtına. Zaten Uşak'ta Cumhuriyet trenleri yakında satışa çıkıyor hurda fiyatına. Tarihi Gar Lokantası bile garip bir isim almış, hatta büfelerin bile ışıkları kararmış ne ala...

Fransız balkonu alüminyum bir köprü koymuşlar yangın yerinin ön cephesindeki koca garın mermer merdivenlerine. Adına da özürlü geçişi demişler, her neyse ama köprü bile otoyalla zaten satılmış gtmiş. Acaba gülsem mi, kim bilir artık neremle. Hem tıngırdak hem dandik. Zaten garın yanında, yük yolu var ince eğim ey ihaleci bağnaz taktik... Ama ince meğil dönünce sapağı yapılmış bir büfe binası, hatta her yere çekilmiş tel örgü ve kafes; bir de turnikeler kesmiş yolu cabası...
Otoyol, köprü, tren, vapur, satıyorum, satıyorum, saat tım!
Issız mı ıssız kaderine ağlıyor şimdi yanık Ömer misali Haydarpaşa Garı.
Hicazın umudunu batıya, batının uğurunu doğuya taşıdığı yıllardan çoktan kayıp anıları. Oysa her filmde aydınlanırdı Anadolu trenlerinden inenlerin hayalleri ve hatıraları... Bekle beni İstanbul seni fethetmeye geldim naraları.
Kimseler yok ama 10-15 kişi hala eylemde, elde pankart sıcak çay ve azimle.
Bu soğukta nöbette karartmadan yitik umutları.
Karıştmış artık demir ağları ve kader ağları meğerse başa örülüyormuş, bir başka çorap baharı...
Christine Haydar'dı dediler milli gelin; sarışın, erotik, yaşlı dilberi getirip Fransa'dan bir zamanlar. Ejdat padişahlarının vagonlarının yerlerini bile sormadan. Bu yüzden belki de sonunda Haydarpaşa Garı gelin, Hıristiyanlığa, dişi mi erkek mi bile olup olmadığını tam anlayamadan.....
Koş son kez bir bak geçmişine, çünkü bedava!
Otel olunca kapıdan girmen yasak, güvenlik onaylamayınca.
Zaten girsen de her şey parayla...
İşin içine rant ve haram girince, karı da satılır tarihte, ejdat da...
En sonda ipotek gelir haklara, debelenmek işte o zaman bahane artık anlasana.
Vatandaşı da yurttaşı da satıyorum, satıyorum, saaaat tım!

Çekin peşkeş kentlerimizin kültürünü.
Nasılsa ürününüz mantarın da uyduruk küflü kültürü.
Sanmayın ki bu kez Bekir Coşkun'dan güldürü.
Sizden daha zeki, yakında hesap soracak olan sizce adı koyun sürüsü.

Oktay Ekşi'den feyz aldım, Necati Doğru'dan fikir, hatta Emin Çölaşan'dan görüntü.
Anamız hala biz de, gerekirse alır bir müddet daha sizi karanlıkta bırakır gideriz.
Aman dikkat edin, kafanıza sıkar dike dike sonra yine biz aydınlıkta gezeriz.

Saaat, Saat... Şimdi sırada ne var bakalım ey muhterem zatlarım!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder