Bu sayfada yer alan tüm yazı, resim ve buna benzer içeriğin tüm hakları Barbaros Sansal'a aittir. Izinsiz kopyalanması ve kullanılması yasaktır.

24 Kasım 2011 Perşembe

HERKES GİDER MERSİN'E... MERSİN GİDER TERSİNE...

Tarsus’un narenciye bahçeleri yerini çakma apartmanlara bırakmaya başladığında, bölge çoktan yoğun göçün altında ezilmişti...

Genç nufüsün oyalanması için elbette yeni mecralar gerekti.

Mersin Festivali, Soli Tesisleri, Kel Hasan lakaplı aile abisi çoktan geçmişe kaydedilmişti. İşte tüm bunların anısına Mersin Üniversitesi'ndeki bir söyleşi için yıllar sonra yeniden eski yerleşimdeydim. Ama evlatlarımızın ailesiz bir yerleşkesindeydim.

Kentin kilometrelerce dışına yapılmış olan modern binanın duvarları yetmemiş, bir de mana veremediğim garip kütlesel, ayrı beton peyandalar ile şekillendirilmişti. Bol bol çimento ihalesi ile yine imtiyazlı aileler zengin edilmişti. Her yerde görmeye alıştığımız altuni mazılar, bodur sedirler ve malum şey laleler yere dizi dizi yerleştrilmişti. Nitelikli konferans salonunda ise engelli geçişleri bile ihmal edilmişti.

Ancak fedakâr eğitmenlerin ve idealist öğrencilerin gözleri hâlâ ışıl ışıl gülümsemekteydi. Sağlık Meslek Yüksek Okulu'ndan bozma güzel sanatlar, o tarihte 2 metrelik tavanı ile adeta sanatla dalga geçmekteydi. Çünkü yeni okul kampusun sonuna henüz inşa edilmekteydi. Afiş ve bildiri asmanın yasak olduğunu söyleyen rektörlük afişleri ise her yere leş gibi serilmişti. Elbetteki heykel bölümü ve dünya şekeri hocası bence oraya fazla bile gelmekteydi.

Bir kez daha sadede gelelim ve saadetin zincirini serelim:

Etkinlik sonrası hoca ve öğrenci çardağın altına yerleşiyoruz.

Mersin’den gelen inşaat firması sahibi İlknur Hanım, İstanbul’dan dostum Ayşe Hatice hep beraber sohbete çaylar ile eşlik ediyoruz.

Tekstil hocalarından biri:

-Barbararos Bey, burada öğrencilerin önemli bölümü çok fakir ve aç. Biz maaşlarımızın bir kısmı ile onları doyurmaya çalışıyoruz. Çok zor durumdalar. Yurt da yok, hepsi kent merkezindeki vasat hayatlara mahkum oluyorlar...

Bir an yudum yudum çay boğazımda düğüm düğüm oluyor.

Kentin ta içlerinden, servis imkanı da olmadığından ve minibüslerin ise çok pahalı olmasından dolayı yayan geldiklerini anlatıyorlar.

12 kilometre uzaktaki okula gelen öğrencilerin, (bölgenin hassas yapısından dolayı!!!) 8 kişiyi geçen grupların, toplantı ve gösteri kanununa muhalafetten sorumlu kanun gereği sorun oluşundan; sabahın 5'inden itibaren küçük gruplar halinde yürüyerek gidip döndüklerini öğreniyorum.

Günde, aç biilaç 24 kilometre insan yürüten sisteme sesleniyorum:

Bu yollara ne aş ne de postal dayanır.

Aile birliğini kurarken, reklamlara inanıp 100 liralık terlik alana verilen bedava pırlantaya kanmayın. Alyans zannetiğiniz camların, eskimiş bardaklardan yapıldığını anlayın. Ne giysem, ne yesem, kiminle evlensem, dans mı etsem, rol mu yapsam, film mi çeksem seyrederek aptallaşmayın...

Pir Sultan Abdal’laşın ki, Köroğlu’nu anlayın Aşık Veysel’i ballayın.

Çünkü, bu şartlarda yetişecek aile bireylerimiz, maaile bize o delik pabuçları yedirir. Gazetecinin fırlattığı o eski pabuç, gencin attığı yumurta, Ajda Pekkan’a Adana’da domates elzem hale gelir.

Eh bundan da ancak postalda menemen çıkar, o da Sicilya usulü Silivri'de plajda mı yenir?..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder