Bu sayfada yer alan tüm yazı, resim ve buna benzer içeriğin tüm hakları Barbaros Sansal'a aittir. Izinsiz kopyalanması ve kullanılması yasaktır.

24 Kasım 2011 Perşembe

SURVIVOR DEĞİL GÖKÇEADA!

Öğrenmenin yaşı yok...
İl il gezerken bir keresinde de yolum Gökçeada Meslek Yüksekokulu’na düşmüştü, Çanakkale'ye uçup, oradan adaya kolay gideceğimi zannetmem ise sadece komik bir düştü... 20 dakikalık uçuşun sonu ise adeta bir tarlaya düşüştü...

Taksiye atladığım gibi Çanakkale merkeze varmıştım.
Daha önce zaten 18 Mart Üniversitesi için bir seminer de yapmıştım.
Ama bu kez Gökçeada öğrenci topluluğunun konuğu olarak söyleşiye çağrılmıştım...

Feribota atladığım gibi Gelibolu’ya, oradan minibüse binip Kabatepe’ye, oradan ise tekrar yolculu feribota binip denize açılmıştım. Ömür bitmiş, yol bitmemeye direnmiş ve bu yüzden şaşakalmıştım. Elime geçen denizyolları dergisideki metozori resmi röportaja ise resmen bakakalmıştım...

Saçı fönlü, deri montlu ve marka blue jean'li zat-ı muhterem, kollarının altına üniformalı gemici zatları almış; güverteden bir de çakma bıçkın delikanlı kılığında bakış atmış pozu satmıştı. Başlık ise şaşırtıcıydı:

"İşi gücü olmayan adaları gezsin diye bilet fiyatlarını ucuzlattık." lafı abartılmıştı.

"Yuh!" derim ve severim ben bu zihniyeti. İşi gücü olmayan, soğan ekmek yiyecek para bulamayan adaları nasıl gezecekti?

Neyse ki akşama doğru varmıştık ancak hala bir başka araca daha muhtaçtık. Kıssadan hisse; İstanbul’dan Gökçeada merkeze 6 vasıta ile 16 saatte ancak ulaşmıştık...

Günde 3-4 saat elektriğin kesildiği, hiçbir yerin ortasındaki, tek kantinli ve salonunu belediyenin işlettiği okula ertesi sabah nihayet varmıştık.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen Çiğdem hocadan Fatih’ten ve diğer güzel gençlerden yine aile tadı alıp birbirimize doyamamıştık...

Hınca hınç salona girdiğimde, heyecan içinde bekleyenlerden okkalı bir alkış aldım. Kısa bir sunumun ardından sahneye çoktan fırlamıştım.

Her zamanki gibi çocuklarımı not tutmaları için kağıt ve kalemlerini bulmaları konusunda uyarmıştım ama o da ne? Kızların çantalarından çıkan rengarenk göz kalemleri dışında ve kağıt mendil kıtlığında tüm kırtasiye karaborsaydı adeta.

-Kimde cep telefonu var?

Elbette hespinde.

Peki teknolojiden faydalanalım. Kaydedebilirsiniz...
O da ne hepsi video modunda, nasılsa pazı yaparlar düşer kollar 15 dakikaya...

Konular konuyu, sorular soruyu kovaladıkça ışıl ışıl gözlerdeki ailelerinden koparılmış fidanların nasıl sistem tarafından odunlaştırılmaya çalışıldığını görüyoruz. Ama çar na çar, el ele bu çarkı tam tersine dönüştürmeyi hep beraber başarıyoruz... Ve söyleşi bittiğinde resim çektirmeye de doyamıyoruz...

Hoş, dönüş yolu daha da kabusa dönecek, THY uçağı iptal edecek ve boğaz 3 yönlü geçilerek Çorlu üzerinden İstanbul'a devam edilecekti ama tek bir anı her şeye bedeldi...

Çiğdem hoca yanıma yaklaşıp, "Barbaros Bey, en önde oturan yeşil hırkalıyı gördünüz mü? İlk sözünüzden itibaren her değerli bilgiyi not ediyordu.’’

"Evet hocam görmem mi? Ancak neden yaşı o kadar geçkin? Çok mu yıl kaybetti?’’

"Yok hocam, o öğrenci değil okulun hizmetlisi!!!’’

Belki bugün, o çocuklarımın manevi annesi Çiğdem hoca orada değil; belki de hizmetli memurun yerine torpilli bir tarikat hizmetçisi orada... Ancak tek bir gerçek var ortada; o da, öğrenmenin yaşı yok !!!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder