Bu sayfada yer alan tüm yazı, resim ve buna benzer içeriğin tüm hakları Barbaros Sansal'a aittir. Izinsiz kopyalanması ve kullanılması yasaktır.

24 Kasım 2011 Perşembe

PEKİ YA KONYA'DA OLANLAR?

Kocaman bir aile, neticede okul denen Üniversite...
Kocaman bir aile, neticede okul denen Üniversite…

Adım adım devam edelim.
Eskişehir ve Denizli’den sonra bu kez de Konya’daki gençlerimize bir el verelim. O yıl Mart ayının çoktan sonu olmuş.
Ve Selçuk Üniversitesi, Alaaddin Keykubat Kampüsünde giyim öğretmenliğinin yolu tutulmuş. Altı çizilesi unsur ise henüz yerel seçimlerden çıkılmış.
Ancak daha uçağa binmek üzereyim ki yönetimden bir telefon alıyorum:
-Sayın Şansal, sizin kimliğiniz malum. Hani sorun olmasın, dilerseniz gelir gelmez bir Hz. Mevlana’yı ziyaret ediniz... Böylece dedikodulara da meyil vermemiş oluruz.

Olur elbette, sözün bittiği yer bu değil desem de...
Hemen üzerime Fas’tan aldığım İslami bir ceket atıp, denileni aynen yerine getiriyorum. Acı tarafı, Japonu, Fransızı, Almanı orada ama Konyalı bir Türk’ü bulursan muhakkak tebrik et ve kucakla.

Halil Cin Salonuna ulaştığımda ki manzara gerçekten müthiş.
Yan camlardan süzülen gün ışığı yol yol grafik ile salona ayrı bir mistik hava katmakta. Merdivenler dahil her yer hınca hınç dolu. Üstelik baharın güneşli güzel havasına rağmen... Adı gibi kendisi de Asude, yeni mezun olmak üzere. O da idealist bir Türk kadını.

‘’Sağ görüşlü öğrenciler seni dövecek’’ tartışmasına kulak asmadan üzerimi değiştirip, inadına daha cascavlı bir kılığa geçiyorum.
Eee konumuz moda nasılsa. Şöyle en payetlisinden bir gömlek geçirip adım anons edilir edilmez, koşarak amfiden aşağıya sahneye dalıveriyorum.

Pırıl pırıl gülen gözler ile öğrenci topluluğunun disiplin ve sevinci gözlerimi kamaştırıyor. Ama o da ne? En öne dizi dizi dizilmiş öğretmen hanımların önlerindeki kısa bacaklı orta sehpaları, plastik su şişeleri, ayaklı bardaklar, aranjman yapılmış son derece kötü ve rengarenk çiçekler ve de kağıt peçeteler bana 80 sonrası o meşhur has bahçenin güllerini anımsatıyor.

Ve zamana bırakıyoruz kendimizi…
Dakikalar dakikaları, saatler saatleri kovalıyor. Modadan dalıp sosyoloji ve felsefeye, cinsellikten dinselliğe tüm hayatın şeklini algoritmasını bozmadan 4 saate yakın sürede paylaşıyoruz o gün, tüm güzellikleri sansürsüz o güncede.

Final alkışları henüz kesilmemişken salonun fuayesinde buluyorum kendimi.
Seni dövecek dedikleri delikanlılar elimi sıkma yarışında. Kantinci acı bir orta kahveyi elime tutuşturmakta. Patlayan flaşlardan örtülü örtüsüz, sarılan gencecik kızların sarılmasından mutluluk sarhoşuyum adeta.

Akşamı kızlı erkekli gençler ile mütevazı evlerindeki sohbetle tamamlıyoruz.
O sabah Konya’ya gelirken her yerde gördüğüm, aynı inşaat şirketine verilmiş ve belediyenin de logosunu taşıyan ihale komedyasına epey gülüyoruz. Sabahına ayrılık zor olsa da bir dahaki yılda yeniden birlikte olmak üzere sarılıp koklaşıp vedalaşıyoruz.
Aradan geçen koca yılın sonunda ne mi oluyor?
Okul yönetimi, şahsımı giyim öğretmenliğine konuşmak için yetersiz bilgiye sahip bularak konferansımızı iptal ediyor.

Bu durumda:
İnternetin sosyal paylaşım sitelerinde binlerce kişi ile protesto sayfaları patlıyor. Kaybeden yine keriz-i müşteri olarak görülen ve uyutulmaya çalışılan öğrencilerim, yani kardeşlerimiz ve evlatlarımız oluyor.

Oysa rant kokan köprülü kavşak inşaat tabelalarına gece gizlice yapıştırdığımız (ke harfi yerine Ye harfleri ) hala yerinde durmasa da hafızalarda kazılı duruyor...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder