Bu sayfada yer alan tüm yazı, resim ve buna benzer içeriğin tüm hakları Barbaros Sansal'a aittir. Izinsiz kopyalanması ve kullanılması yasaktır.

27 Ağustos 2009 Perşembe

Top'lu iğne 9

Kıbrıs mı dediniz?

Hadi, bu kez yeniden başlayalım ve geçmişe delikli bir süngerle salya sümük bir silik atalım.
Silik atalım ki, sidik yarıştıran coğrafyaların üç durum yasasının çocuklarına nasıl dönüştürüldüğümüzü asla anlayamayalım.

Hey bre kamburu tuza banmış Yeşilada Kıbrıs! Birkez daha Beşparmak tokadı gibi patlıyorsun suratıma.
Üstelik, Nilüferin sesi ile çınlayan lacivert gecelerinin koynuna sığınmış, çınayazlıktan uzak babayiğit otellerinin Saint Hilarion gölgesinde uyanıldığı sıcak sabahlarında.!!!

Söylentilere göre; Haşmetli padişahlarımızın şarap içip, aruz veznine meze olmak için satın aldığı, bu sayede selvi boyları ve peçesiz keman kaşlarıyla tedbil-i kıyafet ile Sadabad de fingirdemek için cumadan kaçtığı ve de sonra İngilizlere sattığı; hatta çingeneleri, iti, uğursuzu ve hırsızları Asitane’den koca adaya sürdüğü anektodları hala aklımızın bir köşesinde ikamet etmiyor mu? (Şu an Keçiboynuzu çekirdeği çıtlatılması tavsiye olunur.) Oysa; Hatırladığımız ilk sepia posta kartlarının ön yüzünde, 70’lerin ikinci yarısı ve 60’ların hemen sonrası halleri ile Lefkoşa ve Larnaka bir yana, Girne’siyle, Bafrasıyla başka bir ada çıkarmıyor muydu o günlerde karşımıza?..

Arka yüzlerindeki selamlar hatırlar ve aşklar tank enkazı tepelerde konaklamıyor mu artık?
Güzelyurt beldesinin kuyuları aşırı tuzlanmadan kullanılmaz halde miydi ki o zamanlar? Madenin terk edilmiş yorgun ve paslı iskelesinin kıçına sıkışmış, sancaktan çığırtkanlık yapan alabanda balıkçılardan birinde çiftlik levreğine talim edilir olunmamış mı idi bugün?

Karpazın eşşekleri bile tedirgin değil mi yani, NATO’nun artık suyu, su olmayan ada da doğal gaza da karışırsa?
Patlak su balonunun Manavgat’dan miras enkazın üzerinde, -suda batmamak için oturduğun minderi kullan! –yazısının yazılası günümüzde, nerede ise havadan bile görünmek istenmeyen eski korsan adasına bakın bugün neler olacağı konuşuluyor. Haşemalı THY reklamını bu yıl Milano da görmüştük. Bilmem hatırlar mısınız?
Duomunun mihrabını yüzleşmiş dev afiş, traji komik yazısı ile URCHIA diye göz aldatıyordu.

T harfini oluşturmuş ufak oğlanın varlığı naif bir espiri olarak epey şaşırtıyordu.
Konuyla alakası ise şu: Sea/deniz, Sand/kum, Sun/güneş mi, yoksa Sex/seks, Service/Servis, Secure/Güvenli mi bugün turizm sektöründe aranan?
Hal bu ki; Adı nedense Escape (kaçış) konulmuş çıkarma plajındaki (havacı generalinin Alanya otelleri gibi incecik kumdan fışkırmış) anılara gömülmüş betonarme ve ereksiyon halindeki anıt size hala kendini gösterme mücadelesi veriyor.

Aliminyum silikat ve feldispat (çimento) Harekatı sonrası topraklarının çoğunu güneyde bırakmak zorunda kalmış dostlarımızdan da öğreniyoruz ki, Kıbrıs vatandaşlarının babalarının arazisinin yerine, Türkiye’den gelen ziraatçiler, yeni toprakları reform modsına uyarak (babalarının toprakları zannedip) pek adaletli dağıtmamış.

Ziraat fonundaki paralar önce TL sonrada YTL arasında frezeye verilirken, drahmi ve sterling kendini çoktan soyutlamaya başarmış bu kaosdan. Hapislerinin artık korsan esiri yerine Hatay’lı dolduğu, Adana’dan hırsızların uçakla sabah gelip, iki kuyumcu soyup akşam eve döndüğü, Taksilerinin karı satma derdine düştüğü, suyu çıkmış Eros’a haşmetlimiz dedi diye don giydirilmiş adaya şaşkın şaşkın bakıyoruz.

Teşvik-i mesai otellerinin teşvik kredileri ile denizin bile suyunu arıtıp etrafa ve belediyelere su satmak amacında olduğu susuz ve kurak Kıbrıs bugün gözyaşını kendi içecek kadar suya muhtaç can çekişiyor. Barış güvercini fotolu sayısal baskı lastik afişler 20 Temmuz’u taksitle satmaya çalışırken adadan ayrılıyorum.
Günlerdir yaşadığım aksilikler beni anavatanıma giderken hala uğurlamama derdinde.

Bu süreçte tanıdığım havalimanı görevlisinden polisine, otelcisinden, konslosluk görevlisine dek gönülden yardım eden tüm Kıbrıs vatandaşı yeni dostlarımı düşünüyorum. Senin hükümetin değil biz yaptık demeden senin askerin değil bizim sevgimiz diyerek adaletli sorun çözdüğü dostlarımı özlüyorum; o kavşaktan itibaren.
Gözlerimin önüne Sofya baharı geliyor nedense. Plovdiv’de bileklere bağlanan kırmızı beyaz ip bilezikleri hatırlıyorum. Leyleği havada görmüş Bulgarın, Türklerin beyaz güvercini nasıl kana buladığını anlattığı bilezikler birden gırtlağımda düğümleniyor.

GZ 001 Siyah Mercedes Sn. Denktaş içinde olduğu halde sağlayıp geçiveriyor vasıtamızı. Karşı yönden gelen bayraklı konvoyda ise şen şakrak 34 VIP beliriveriyor bir anda. Beyazları ile denizcisi, Lacileri ile havacısı ve karaları ile politikacısı.

Tikleri belirgin vesikalık fotoğraf suratlar, renkli camların ardındaki ifadesiz yolculuklarına devam ediyor. Türk yıldızları Force General provalarında Boğazköy semalarında ay yıldız ve kalp çiziyor bir yandan semaya. Ama Mısır’dan ithal hurmaların dibinde soyutlanmış Swetlana hala otostopta! Gece eve yaklaşırken Cumhuriyet caddesindeki Okşan olmuş Osmana rus fahişenin selamını bırakıp anahtarımı demir kapının deliğine sokuyorum.. Yorgun gecenin sabahı gelen postamda bir Kıbrıs Star gazetesi görüyorum. Denizden dolma, cebi para dolu otelde verdiğim röportaj bana göre doğruyu gösteriyor.

Dev hurmaya sevgiyle sarılmışım sağ üst köşe fotoğrafında. Onaltı punto başlığımıda –iki ülkede de siyaset yok menfaat var!- sloganı süslüyor. Paylaşılan günlerin anısına iki yüz isime kitabımı imzalayıp yolluyorum. Televizyonda ise Sn. Talat harekatın ertesi gaztenekecileri ile yemekte!... Çizgi romana dönüştürülmüş mecrayı atıyorum çöpe. Hayata devam ediyorum... Gittiği yere kadar diyerek hem de. Ya herra ya verra!

20 temmuz 2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder