Bu sayfada yer alan tüm yazı, resim ve buna benzer içeriğin tüm hakları Barbaros Sansal'a aittir. Izinsiz kopyalanması ve kullanılması yasaktır.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

DİKİŞ MAKİNASI GICIRTILARI 01

GİTTİĞİ YERE KADAR !

Bir ağustos ikindisinde uzayıp gidiyordu raylar beni sürüklediği yöne doğru. Film şeridi akarcasına perspektifde kaymakdaydı hayranlıkla ve de şaşkınlıkla izlediğim engin coğrafyamız.

Yeşilin, hala tazeliğini nasılsa koruduğu Bilecik ovalarına doğru Sapanca gölünü yalayarak geçip henüz yol almaya başlamışdık. Marc Aryan şarkılarındaki İstanbul’un yorgun Haydarpaşa Garı çokdan minareleri gölgelemekden vazgeçmiş kaybolmuş gitmişti bile koca günün kısacık geçmişinde..

İkindi güneşininin, feri hala yerindeki yatay ışınları klavyenin tuşlarında gölgelerle kucaklaşmakdaydı ...

Kalkışda, ailesinden kuru gözyaşları ile ayrılmış genç delikanlı kulaklıklarındaki sesin belli ki ritmi ile tek düze nağmelere vurmakdaydı palstik vagon zeminine.
Hemen Karşı koltuğumdaki gri ekose gömlekli, kum renkli kumaş pantalonlu emekli beyefendi gözkapaklarının ağırlığı ile geçmişin sessizliğine dalmıştı bile..
Yön Eskişehir üzerinden Ankara’ydı dike dike..

Müzikçalarımın duygularıma kimi zaman hüzün kimi zaman neşe veren nağmeleri ile bende katılmışdım yolculuğun yolcuları ile bu sürece.. Üstüne üstlük sessizce dizüstümle dalga gecercesine hem de..

Kocaeli’nden yaka kartları ile tek izstasyonluk yolculuğa kalkışmış, ekmek peşindeki seyyar satıcılar vagonlar arasında sepetleri ile kırıntıya dönüşmüş ekmek kavgasının mücadelesindeydiler o an.. Aklım ise kendimle mücadelenin derdine düşmüş sorgulamkdaydı adeta üşümüş düşlerimi..

Anadolu coğrafyasının genç ve yaygın yükseltileri henüz kamburlaşmaya başlamışdı sağında solunda yolculuğumun . Tren vagonları, istasyonlar süresince yolcusunu iyice istiflemişti bile bozkırın merkezine doğru..Sakarya nehrinin hala dingin akmakda olduğu kavisler le bir o yana bir bu yana yatıyorduk aheste aheste bir raks ile...Belli ki tüm kimlikler birbirimizden habersiz başka bir geleceğe yol alıyorduk . Kulağımdaki Stamatis nağmelerinin etkisindenmidir bilinmez, algılarım çakralarımı çokdan geride bırakmış kaptırmışdım pervasızca kendime aktarmaya dertlerimi....

Hemen arka çaprazımdan, Sakarya’dan binen bir gencecik delikanlıdan gelen gülümseme bir süreliğine aldı beni bilgisayardan .. Mavi, içi gülen umutlu gözlerine eşlik eden çilek renkli uçuklu dudakları ve bembeyaz dişleri ile Micael Angelo nun tablolarından çıkmış gibiydi masum ifadesi

- Nasılsınız ? Bizim okula mI yine?
- Hayır bu kez ODTÜ yaz esintilerine.. Siz nereye bu mevsimde hayrola?
- Ev bakmaya..
- Neden yurtda kalmıyorsun, pahalı olmayacak mı ev tutmak?
- 410 lira ödedim bu yıl aylık, sıkıldım ve de çok pahalı Aynı maaliyete özel bir mekanım olsun istedim.
- Yalnız mı kalacaksın yoksa ev arkadaşın varmı?
- Yalnız kalacağım
- Ne okuyorsun?
- Ehliyet imtahnına gireceğimde . Trafik
- Peki, şu an bir not yazıyorum.. Bitirince bir kahveye davet ederim seni yemekli vagona ...

Tükenmezi ile genc delikanlı test kitabının sayfalarına geri döndüğünde bu satırlar çokdan yazılmıştı bile ..
O arada kafamı kaldırdığımda köy ve kasabalar Osmaneli yönünden bana doğru koşuyordu allegro ahnegiyle . Hayat biraz daha anlamlanıyordu, bir kez daha yanımda bir genç benimle diye ... Ve birlikde yaşayıp, paylaşıp deneyerek yaşlandırmaya başlıyorduk bir anıyı daha gülümseyerek hatırlamak üzere ileride ...

Eskişehir 15:00

İtişin ve kakışın bol Türkischer Koffer’li (*) keşmekeşi ile YHT etiketi yamuk yapıştırılmış İspanyol malı trene geçerken gerçeğin haşin şamarı iniveriyor aniden yolculuğunuza..
Kalbi sıkışmış taşikardik ülkenin başkentine varmakda olduğunuz hatırlatılıveriyor.. Asude öğrenci treninin yerini hangi sermayeye hizmetli yapıldığı belli garip tesettürlü kimlikler almaya başlıyor güvenlik geçişinde.

Sonrası mı ?

15 milyonluk kentden binilen trenlerin hiçbir kıymeti olmadığının farkına vardırılıyorsunuz Eskişehir’in eski ama beyaz badana ile yenilenmiş özürlü geçişi olmayan tren garında.. Nobran kimlikli, fıstık yeşilli güvenlik görevlileri camla soyutlanmış perondaki metal dedektörlü kapıdan kurtarılmış bölgeye geçerken çantalarınıza ellerindeki aleti sürtüveriyor alelusul..Henmen iki nefes sigara için durduğunuzda esmer bir bey ‘’Ne arıyor bunlar ? Bakın çantamda silah var diyor .Ryhsatlı elbette ama bakmadılar bile ..’’

İnsanımız değil, 29 mart seçimlerine yatırım olarak yapılan trenler korunuyor belli ki iktidarlarca muktedirsizlerce aslında!..

Gerisi gericiliğin müsfeddesi malum her zamanki gibi ..
Aşırı vibrasyonlu ve yanlış ergonomili yolculuk Türkçe-İngilizce servis anonsu benim için geri geri ile başlıyor ..
Sayısal ekranı izlemek için ise sanki matahmış gibi kulaklık dağıtılması ihmal edilmiyor..

Deh çüş, dura koşa yollardayz bakın nasılsa hala..
Yazık değilmi peki bu topraklara ve geleceğimizin çocuklarına?..

Ankara’ya dost ve kardeşlerime yaklaştıkça biraz su serpiliyor içime, kulağımda Stamatis’in Londra Kıraliyet Fularmonisi ile İzmir’den denize dökülen düşmanın adına yazılı bir Finale melodisi çınlamakda ..
İşte bu adrenalin ile aklım bir kez daha bana şu cümleleri yazdırmakda ;

Açılışında, uğruna cum baba ve başa kakanlı kitapçıklardan eser kalmamış olsa da ;

Okuma Türkiye Cumhuriyeti !
Yaz bunları; öğret kim kılar tek kitapla cahil, benim sevgili milletimi !
.


TCDD 6 ağustos 2006 Anadolu’da biryerlerde !
Terzi yamağı ....

*( Bir Alman deyimi:Polyester ekose dokumadan yapılı fermuarlı Türk bavulu )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder